30.04.2010

mardin

taştan yapılmış şehir
23-25 Nisan 2010


Mor Gabriel Manastırı
Üç günlüğüne Mardin ve çevresindeyiz. Güneydoğu Anadolu’ya ikimizin de ilk adım atışı bu. İlk izlenim: buralar beklediğimizden çok daha yeşil! Nedense kafamda hep sapsarı, kurak çöl görüntüleri var; oysa yollarda gördüklerim bunlardan çok farklı. Tabii bunda içinde bulunduğumuz bahar mevsimin de etkisi var; bir iki ay sonra her yer o sapsarı renge dönüşür diyorlar.

Diyarbakır havaalanına indiğimiz için geziye buradan başlıyoruz. Tarihi Hasanpaşa Han’ında biraz turistik bir kahvaltının ardından Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu aile evini, Ulu Cami ve bir medreseyi hızlıca geziyoruz. Şehir merkezini geniş surlar çevreliyor ve burçlardan birine çıkıp etraftaki alabildiğine yeşil tarlalara bakıyoruz. Bölük pörçük, bir tur programını doldurmak için yapılmış zorlama geziler gibi geliyor bunlar bana; zevk almıyorum, gördüklerimden yola çıkarak Diyarbakır’ın neye benzediğini bile kafamda canlandıramıyorum. (Zaten “Neden buraya geldik? Niye şuraya gitmek varken burada bu kadar vakit harcıyoruz?” tarzı sorular bu kötü planlanmış turda hiç peşimizi bırakmıyor..)



Keçi Burcu'ndan Diyarbakır (arkada On Gözlü Köprü)
mardin-midyat

abbara
Otobüse binip yola çıkıyoruz. Gezi boyunca merkezimiz Midyat olmak üzere çevredeki çeşitli yerlere otobüsle gidip geleceğiz. İlk durak Mardin merkez. Şehrin yeni kısmı özelliksiz, herhangi bir yer gibi. Eski kısımda ise ara sokaklarda taş binalar var, ama bunlar alakasız binalarla karışmış, tam korunamamış. Çanak antenler her fotoğraf karesine giriyor. Beni Mardin merkezde en çok etkileyen şeyler: eski çarşı, eşeklerin gezdiği daracık ara sokaklar ve adeta bir deniz gibi uçsuz bucaksız uzanan Mezopotamya Ovası. Ovayı panoramik olarak gören kahvelerden birinde oturup meşhur mırra kahvesinden ısmarlıyoruz; tamam acı bir şey bekliyorum ama bu kadarını da değil! Mırra, yapımı da içimi de kolay olmayan, çok çok sert, garip bir içecek ve içimi sırasında da türlü türlü ritueli var (ikram eden kişi fincana azıcık kahve koyduktan sonra bekletmeden hemen içmek gerekiyor, beklemek biraz daha istediğiniz anlamına geliyor, fincanı asla masaya koymamak gerekiyor vs. vs.)

Mardin Çarşı
Midyat, Mardin’in taş evleriyle ve telkari işlemeciliğiyle özdeşleşmiş bir ilçesi. Aslında iki kısımdan oluşuyor: Midyat, Süryanilerin yaşadığı kısım (mimari olarak çok güzel ama yaşayan nüfus çok azalmış, geceleri ıssızlaşıyor) ve Ester (yoğunlukla Müslümanların yaşadığı kısım, estetik olarak çok çirkin ama daha kalabalık ve canlı).

Midyat evleri

Kasr-ı Nehroz avlu
Gezinin benim için en etkileyici yanlarından biri, kaldığımız nefis oteldi. Kasr-ı Nehroz, Midyat’ta yer alan taş bir konak. Otel sahibi, aile evini restore edip çok zevkli bir şekilde döşenmiş bir butik otele dönüştürmüş. Otelde hepsi birbirinden farklı odalar, açık avlular ve Midyat manzaralı teraslar var. Hem temiz ve modern, hem de bölgenin karakterini yansıtan bir otel. Her açıdan çok memnun kaldık.
http://www.hotelnehroz.com/web/index.html

Yemekler.. Bu yörede içli köfte meşhurmuş, neredeyse tüm yemeklerden önce açılışı içli köfteyle yaptık. Bunun haricinde tandır, kaburga dolması vs. etler ve sembusek denen kapalı lahmacun yedik ve taslarda servis edilen köpüklü yayık ayranı içtik. Ev yapımı Süryani şarapları da çok hoşumuza gitti (Bu şarabı Midyat Gümüşçüler Çarşısından satın almak da mümkün).


Mor Gabriel Manastırı
Bölgeye Süryani kültürü damgasını vurmuş. Kiliseler, şehir merkezlerinin dışındaki manastırlar, şimdilerde çoğu terk edilmiş köyler.. Manastırlardan Deyrulzafaran ve Mor Gabriel’i gezdik, eğer biri tercih edilecekse çok daha sakince gezilebildiği için Mor Gabriel’i tavsiye ederim.

Mardin ve çevresi, Süryanilik kadar Yezidilik, Şemsilik gibi farklı inançlar hakkında da biraz bilgi sahibi olmayı gerektiriyor. Ama gittiğimiz turdaki rehberin azizliğine uğradık, neredeyse hiçbir şey anlamadan geri döndük; o yüzden kafamdaki pek çok şeyin havada kaldığını hissediyorum. Özellikle Süryaniler konusunda daha kapsamlı araştırmaları ilerideki Antakya gezisine bırakıyorum mecburen.

Kırklar Kilisesi-Mardin
Sokaklarda, dükkanlarda farklı diller konuşuluyor. Kürtçe mi, Arapça mı, Süryanice mi? Sanki hepsi birbirine benziyor, karışıyor..>

Her yerde karşımıza çıkan bir sembol de Şahmaran. Yılanların kadın başlı güzel şahının acıklı öyküsü buralarda çok sevilirmiş. Bakır tepsilerde, kap kacakta çok sık rastlanan bir figür. Aynı zamanda orta parmaktan bileğe doğru genişleyerek elin üst kısmını kaplayan gümüş bileziklere de “Şahmaran bilezik” ismi veriliyor.

Dara-Nekropol
Bu çevre bana genel olarak Kapadokya’yı hatırlattı. Özellikle Dara Antik şehri ve Hasankeyf’teki kayalara oyma evler, kiliseler.. Midyat da Sinasos’u çok andırıyor. Yine bir benzerlik, bir zamanlar Kapadokya’da nasıl Asmalı Konak furyası varsa burada da Sıla vs. çeşitli dizilerin çekildiği Devlet Konukevi en popüler yer. İğne atsan düşmüyor, her saniye onlarca fotoğraf çekiliyor..

Devlet Konukevi-Midyat
hasankeyf
Ve Hasankeyf. Son zamanlarda okuduklarımdan sonra gittikçe daha çok merak ettiğim yer. Belki de gezinin asıl doruk noktası. Onbin yıllık bir yerleşimmiş, gerek tarihi gerek doğal olarak Dünya Kültür Mirası listesinde çok fazla sayıda kriteri bir arada sağlayan bir yer. Birkaç yıl içinde Ilısu Barajı’nın sularının altında bırakılması planlanıyor ve halen çeşitli noktalarda kazılar devam ediyormuş.


Hasankeyf’in gerçekten çok etkileyici bir doğası var. Dimdik, devasa kayalar, oyma mağaralar, kayalara tırmanıp çıkılan kale ve muhteşem manzara.. Üzerinde bir leyleğin yuva yaptığı Artuklu minaresi, kalıntıları suda kalmış tarihi taş köprü, zarif ve sakin bir şekilde akan Dicle.. Mimari kalıntılar ve bir yanıyla yalçın bir yanıyla huzurlu olan doğa burada birbirini mükemmel bir şekilde tamamlıyor, uyum içinde bütünleşiyor. Garip bir şekilde etkileyici, huzur verici bir yer. Saatler geçirilebilir burda, sanki zaman duruyor.

velhasıl
Üç gün boyunca, yukarıda saydıklarıma ilave olarak, çeşitli küçük yerleşimleri, bazı Süryani köylerini vs. de gördük; ama hem rehberlik hem de planlama açısından turda ciddi eksiklikler olduğundan geziden genel olarak memnun kalmadık.

Düşünüyorum da, yukarıda yazdıklarım gibi bölük pörçük bir gezi oldu bu. Çoğu şey eksik kaldı, araları dolmadı, sanki olması gerektiği gibi değildi. Belki bu yüzden, bu gezide beni tarihten, taş evlerden vs. çok doğa etkiledi. Uçsuz bucaksız Mezopotamya ve Dicle-Hasankeyf. Bir de bulutlar ki ayrı olarak bahsetmesem bana yakışmaz. Benim böyle bir cinsliğim var, gittiğim yerlerde bulutlara dikkat ediyorum. Nedense pek lafı geçmez ama mesela Londra’da Thames üzerindeki bulutlar her yerdekinden çok farklı gelmişti bana. Buralarda da öyle. Geniş Mezopotamya’nın ve Mardin’in üzerinde de bembeyaz, İstanbul’da gördüklerimizden çok farklı, sanki bir çocuğun çizdiği pofuduk bulutlar uzanıyor, seyrine doyum olmuyor..

Son olarak, eğer iki günlük bir gezi için kendi başıma buralara tekrar gelecek olsaydım güzergahımı şöyle planlardım: Mardin havaalanına iniş. Mardin merkez (Çarşı-ara sokaklar- Kırklar Kilisesi, Mardin müzesi), öğle yemeği Mardin’de az turistik bir lokantada. Öğleden sonra Kasımiye Medresesi, Dara Antik şehri, Midyat (Gümüşçüler Çarşısı). Gece Midyat’ta konaklama. Ertesi gün, Midyat (ara sokaklar), Mor Gabriel Manastırı, Beyazsu’da öğle yemeği (bu bile olmayabilir) ve uzun uzun Hasankeyf..

Hiç yorum yok: