Kısa bir İngiltere yolculuğu. İş için, bir gün Kingston, iki gün Basingstoke’ta olmak üzere Londra yakınlarına küçük bir yolculuk yaptım; ama bu gezide zaman darlığından Londra’nın merkezine inme fırsatım olmadı.
Kingston’da zaten çok kısa vakit geçirdiğim için izlenimlerimi yazamayacağım ama benim gerek Kingston gerek Basingstoke deyince aklıma ilk gelen şey, yemyeşil oldukları. Londra gibi eski bir yerleşimde bu kadar yoğun ve iyi korunmuş yeşil alanın, devasa parkların olması İstanbul’dan sonra bana o kadar güzel göründü, bu yeşil görüntü beni o kadar çarptı ki, bahsedilecek konular arasında kapalı ve gri havanın bile önüne geçti!
Kingston’da bir toplantı için bir gün geçirdim. Buradaki en temel gözlemim İngilizlerin yemek alışkanlıkları! Şirket toplantılarında öğle arasında her yerde sandviç verilir ama burada olduğu gibi onlarca çeşit üçgen sandviç ve sevinç içinde devasa kaselere doldurup avuç avuç yedikleri paketlerce cipsi görünce içimden onlara acımadım değil.
Basingstoke Londra’ya trenle 50 dakika mesafede küçük bir şehir, biraz kasaba gibi. Merkezinde tren garı, bir alışveriş merkezi, bir sinema, lokantalar, publar, çevresinde ise evler, oteller ve içinde bizim şirketin de bulunduğu bazı şirketler ve tabii ki istemediğiniz kadar bol yeşil alan var. Sosyal etkinlikler çok kısıtlı olduğu için burada yaşayanlar Boringstoke olarak da adlandırıyorlar. Ben gerek iki gün kaldığım gerek trenle bu kadar kısa sürede Londra gibi bir etkinlik cennetine ulaşılabildiği için dışarıdan biri olarak bu tanımlamayı biraz haksız buldum, ama yaşamadan yorum yapmak zor tabii.
Daha önce Londra’ya yaptığım gezide ve bu kısa gezide bayıldığım şey, toplu ulaşımın rahatlığı. Evet Londra deli gibi pahalı bir şehir, ulaşım da aynı derecede pahalı, ama tüm şehri saran süper bir metro ağı var. İş çıkışı gibi çok kalabalık saatlere denk gelmedikçe oturarak, kitabınızı okuyarak, sırf haritaları ve renkleri takip ederek bir sürü hat değiştirmek zorunda kalsanız bile çok rahat ve keyifli yolculuklar yapıyorsunuz, tabii bolca “Mind the gap, please!” duyarak..
Kingston’da zaten çok kısa vakit geçirdiğim için izlenimlerimi yazamayacağım ama benim gerek Kingston gerek Basingstoke deyince aklıma ilk gelen şey, yemyeşil oldukları. Londra gibi eski bir yerleşimde bu kadar yoğun ve iyi korunmuş yeşil alanın, devasa parkların olması İstanbul’dan sonra bana o kadar güzel göründü, bu yeşil görüntü beni o kadar çarptı ki, bahsedilecek konular arasında kapalı ve gri havanın bile önüne geçti!
Kingston’da bir toplantı için bir gün geçirdim. Buradaki en temel gözlemim İngilizlerin yemek alışkanlıkları! Şirket toplantılarında öğle arasında her yerde sandviç verilir ama burada olduğu gibi onlarca çeşit üçgen sandviç ve sevinç içinde devasa kaselere doldurup avuç avuç yedikleri paketlerce cipsi görünce içimden onlara acımadım değil.
Basingstoke Londra’ya trenle 50 dakika mesafede küçük bir şehir, biraz kasaba gibi. Merkezinde tren garı, bir alışveriş merkezi, bir sinema, lokantalar, publar, çevresinde ise evler, oteller ve içinde bizim şirketin de bulunduğu bazı şirketler ve tabii ki istemediğiniz kadar bol yeşil alan var. Sosyal etkinlikler çok kısıtlı olduğu için burada yaşayanlar Boringstoke olarak da adlandırıyorlar. Ben gerek iki gün kaldığım gerek trenle bu kadar kısa sürede Londra gibi bir etkinlik cennetine ulaşılabildiği için dışarıdan biri olarak bu tanımlamayı biraz haksız buldum, ama yaşamadan yorum yapmak zor tabii.
Daha önce Londra’ya yaptığım gezide ve bu kısa gezide bayıldığım şey, toplu ulaşımın rahatlığı. Evet Londra deli gibi pahalı bir şehir, ulaşım da aynı derecede pahalı, ama tüm şehri saran süper bir metro ağı var. İş çıkışı gibi çok kalabalık saatlere denk gelmedikçe oturarak, kitabınızı okuyarak, sırf haritaları ve renkleri takip ederek bir sürü hat değiştirmek zorunda kalsanız bile çok rahat ve keyifli yolculuklar yapıyorsunuz, tabii bolca “Mind the gap, please!” duyarak..
Bir başka not, İngiltere şu an kraliyet düğünüyle pek bir meşgul görünüyor. Her yerde William-Kate kitapları, hediyelik eşyaları, fotoğrafları satışta. 29 Nisan resmi tatil ilan edilmiş, herkes töreni canlı izlemekten bahsediyor. Sanırım Diana furyasının bir uzantısı bu.
Gezi sırasında Ealing’e uğrayarak burada yaşayan kuzenimi, minik bebeğini ve halamı görmek ve birkaç saat sohbet etmek de çok hoş bir tesadüf oldu.
Ve Heathrow.. İngiltere’ye girerken çok sıkıntı çektik. Pasaport kontrolünde çok az memur olduğundan ve Hindistan’dan gelen bir uçakla aynı anda kuyruğa girdiğimizden havaalanından çıkıp yakındaki otelimize varmamız neredeyse 2 saat sürdü! Dönüşte ise biraz keşif yapıp dolanmayla geçti. Alışveriş açısından THYnin kullandığı Terminal 3 biraz kısıtlı. Harrods bakımda olduğu için kapalı, bana öve öve bitiremedikleri Dixons ise küçücüktü, biraz hayalkırıklığına uğradım. Ama THY uçaklarından büyük ve her koltukta ekran olanlara denk gelmemize çok sevindim.
Özetle, güzel birkaç gün geçirdim, hava değişikliği, ferah ve medeni bir yerler görmek ve birkaç günlüğüne gazetelerden uzak kalmak bile bana çok dinlendirici geldi!