“Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye
endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi
olmayacağını?”
Şems-i
Tebrizi
Bugün
itibariyle Kanada’da altıncı ayımızı tamamladık- zaman nasıl da hızlı akıyor! Hayatımda böyle bazı milat noktaları var, sadece
mekanların değil, ona paralel olarak daha bir çok şeyin tepeden tırnağa değiştiği.
Mesela Ankara’dan İstanbul’a gelişim, şehir değişikliğinin ötesinde hem
evimden, hem ikinci yuvam olan ODTÜ’den ve akademik hayattan ayrılış, hem de İstanbul’a,
özel sektöre, kendi başıma bir evi çekip çevirme işlerine ve evliliğe geçiş
demekti benim için. Şimdi ise Kanada- yeni ülke, yeni ev, yeni hayat, her şey
ama her şey yepyeni. Bir arkadaşım demişti ki göçmen olmak biraz bebek olmaya
benziyor. Çevreni keşfetmen, yürümeyi, konuşmayı, kuralları, her şeyi ama her şeyi
sıfırdan öğrenmen gerekiyor. Konfor alanından çıkınca insan eskiden otomatiğe
bağlayıp yaptığı çoğu şeyde önce bir zorlanıyor; sürekli bir keşif hali içinde,
algılarını hep açık tutarak ve sürekli yeni bir şeyler fark ederek bir öğrenme
sürecinden geçiyor.
Doğa yürüyüşü |
Açıkçası
ilk altı ayımız beklediğimden kolay geçti; geriye dönüp baktığımda iyi adapte olduğumuzu
düşünüyorum. Her şeyi planlı, kontrol ve güvence altında olsun isteyen benim
gibi biri için, her tarafı belirsizliklerle örülü bu süreç belki de en güzel
hayat derslerinden biriydi. Büyük bir projeydi ve altından kalktık bir şekilde.
Bence bunda en büyük etken, buraya kafaca hazır olarak gelmekti.
Beklentilerimizi doğru koymanın, bizi bekleyen zorluklara, belirsizliklere hazır
olup bunlardan yılmamanın etkisi. Aile olarak gelmek de çok fark ediyor; böylece
öncelikler daha siz koymadan kendi kendine belirleniyor. Bir de şu var: doğrusunu
söylemek gerekirse bence küçük bir çocukla domestik bir yaşam, dünyanın
neresine giderseniz gidin üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri yapmayı içeriyor;
o yüzden A noktasından B noktasına çok büyük bir farklılık da hissetmiyorsunuz (tabii
sevdiğiniz insanlara uzak olmayı saymazsak!). Tüm bunlara ilave olarak,
Kanada’ya gelişimizde mevsimin yaz olması, burada bize destek olan, ihtiyacımız
olacak bütün bilgileri ve püf noktaları bize hap gibi sunan ve bizi yalnız bırakmayan
dostlarımızın bulunması işimizi çok çok kolaylaştırdı.
Evimizin açılışı! |
Altı
ay içinde evimizi tuttuk (aslında gelmeden tutmuştuk bile!), yerleştirdik, çevreyi
biraz keşfettik, Ateş’i okula başlattık, ehliyetlerimizi ve arabamızı aldık,
ben iş buldum ve ailemizi büyütmeye karar verdik! Kısa süre için iyi bir
performans sayılır :)
Aşağıda
da unutmadan başlarda bize yeni ve ilginç gelen bazı şeyleri not etmek istedim,
yıllar sonra baktığımızda dönüp hatırlamak için. Aklıma geldiği gibi, kısa kısa:
·
Doğa – Buranın tartışmasız çok güzel bir doğası
var. Kanada diyince ilk aklıma gelen şey sanırım bu. Henüz milli parklara falan
çok yolumuz düşmese de, GTA (Greater Toronto Area) içinde, herhangi en basit
sokakta dahi her yer yemyeşil, her yer yürüyüş parkurlarıyla, küçüklü büyüklü parklarla,
korularla dolu. Bu, bize İstanbul’dan sonra o kadar iyi geldi ki anlatamam. İki
ağaç görmek ve temiz hava almak için kilometrelerce yol tepip bir sürü kalabalık,
otopark çilesi derken binbir eziyet çekerek Belgrad ormanlarına gitmenin en
basit alternatifi şu an gerçekten sadece ve sadece 1,5 dakika yürüyerek
evimizin arkasındaki ravine’e inmek (Ravine, Toronto bölgesine özgü, içi ağaçlarla
kaplı küçük bir vadi turu). Dahasını isterseniz gidilebilecek binlerce park, göl,
kamp alanı var. Kanadalılar da bu doğanın hakkını veriyorlar; sürekli dışarıda
outdoor aktiviteleriyle meşguller, doğayla çok iç içe ve spora düşkün insanlar.
Ravine |
·
Bulutlar – Yeni bir yere gidince ilk önce
bulutlar ilgimi çeker benim. Her şehrin kendine özgü bulutları, kendine göre
bir günbatımı vardır. Ve buraların bulutları da, gün batımları da muhteşem. Bazı
günler sanki bir tablonun içindeymişim gibi hissediyorum. Özellikle şehirlerarası
yollarda giderken bazı noktalarda insan kocaman, bomboş ve çok farklı bir coğrafyada
olduğunu tüm netliğiyle fark ediyor; o geniş boşluk, uçsuz bucaksızlık bir
yandan sizi küçük ve yalnız hissettiriyor, bir yandan da çok etkiliyor.
·
Büyüklükler – Kanada dünyanın ikinci büyük ülkesi.
Burada her şey büyük. Yollar, mesafeler, arabalar, kamyonlar, otoparklar, porsiyonlar,
kağıt havlular bile..
Engin'in bisikleti |
·
Çocuk
güvenliği –
Trafik demişken çocuk oto koltuğu burada olması gerektiği kadar önemli bir
konu. Bu konuda Türkiye’de çoğu zaman saçımı başımı yolduran hiçbir duruma
burada rastlamak mümkün değil. Oto koltuksuz çocuk yolcu taşımak yasak, bu
kadar. Oto koltuğu bulundurmamanın, oto koltuğunuz olsa da koltuğun Kanada’da
üretilip Kanada standartlarını sağlamaması ya da son kullanım tarihinin geçmiş
olması (evet böyle bir şey de var) durumunun cezası büyük. Oto koltuğu
aldığınızda bağlı olduğunuz region’ın düzenlediği oto koltuğu montaj kurslarına
katılabiliyorsunuz, ya da itfaiye merkezlerinden ya da sigortacınızdan (evet bu
ikisi şaka değil) doğru montajla ilgili yardım ve destek alabiliyorsunuz. Yine
bebek mobilyaları konusunda bir dolu düzenleme var, standartlara uymadığı için satışı
yasaklanan bir sürü yatak ve beşik türü vs. Taşıma şirketleri bir problem
olması durumunda cezası büyük olduğu için asla çocuk mobilyası montajı yapmıyor,
ya başınızın çaresine bakmanız ya da yüksek bir ücret karşılığı konuda
özelleşmiş bir usta çağırmanız gerekiyor. Yine başka bir fantastik durum,
görüşmeye gittiğim bir okulun çocukları sık sık çevredeki boş alanlara
çıkardığını ama asla ve asla çocuk parkına götürmediklerini söylemesi oldu; çünkü
parklardaki kaydıraklar güvenlik denetiminden geçmiyormuş, bir kaza olursa bunun sorumluluğunu
nasıl alırlarmış! Bütün bunlar benim gibi biri için bile biraz sürreel geliyor kulağa..
·
Sağlık
sistemi –
Buradaki hayat tarzı genelde Amerika’ya çok benzese de sanırım en büyük farklılık
sosyal devlet olanakları. En önemlisi de tamamen eyalatler tarafından karşılanan
sağlık hizmetleri. Burada yaşayan herkes sağlık sistemine üye; göz, diş ve ilaçlar
dışındaki her şey devlet tarafından karşılanıyor ve özel sağlık kuruluşu yok.
Hizmetler tamamen gereklilik ve önceliklendirme esaslı, gereksiz hiçbir servisi
alamıyorsunuz. Aile doktoru sistemi var ve herhangi bir uzmana görünmek için
önce aile doktorunun sizi sevk etmesi gerekiyor. Bizim henüz ihtiyacımız olmasa
da çevremizden duyduğumuz, acil bir şey
olmaması durumunda en
basit uzman muayenesi için bile aylarca beklenebildiği.
White Oaks Public Library |
· Community
center’lar ve kütüphaneler
– Sanırım Kanada’da en çok sevdiğim şeylerden biri bu. Buraya gelip ikametgahımızı
kanıtlayacak belgelerimiz olduğu anda ilk yaptığımız şeylerden biri kütüphane
kartı çıkartmak oldu, ve de ne iyi oldu! Evimize yürüme mesafesindeki kütüphaneyi
tüm yaz boyu birkaç günde bir ziyaret ettik, gerek ödünç alabileceğiniz şeyler
(kitap, dvd, oyun, çocuk aktivite çantası, e-kitap, audiobook..), gerek orada, özellikle
çocuk oyun alanında geçen zamanlar, gerek grup etkinlikleri ve diğer hizmetleri
(3d printing mesela) düşünüldüğünde kütüphane harika bir kamu hizmeti. Commuity
centerlar ise bambaşka bir olay. Her mahallede en pahalısı seans başı 4 dolar
olan bir sürü etkinliği yapabileceğiniz kompleksler var; yüzmeden tutun, buz
sporlarına, jimnastik, kaya tırmanışı, uzakdoğu sporları, el işleri, yemek
kursları, çocuklara ve yaşlılara özel programlar.. ne ararsanız istediğiniz
dersi alabileceğiniz merkezler bunlar. Sanırım kışın daha da sık ziyaret edeceğiz
kendilerini.
·
Vergiler – Kanada’da bir söz var, “Hayatta iki şeyden
kaçamazsın: ölümden ve vergilerden.” Evet, burada hayat çok çok pahalı. Gelir
vergisi, KDV, cart vergisi, curt vergisi.. Sonuçta aldığınız tüm kamu
hizmetleri vergilerle karşılanıyor, bu da hayatın bir gerçeği. Başlarda en gıcık
olduğumuz şey, hiçbir şeyin son fiyatını görememek ve kasada sürekli bir şok yaşamaktı.
Neden KDV dahil fiyatı yazmıyorsunuz diye sorduğunuzda alacağınız cevap ise hazır:
“Tax is for the government!” Oldu canım.
· Sigorta
–
Vergiler gibi sigorta primleri de cebinizden çıkan en büyük kalemlerden biri.
Buradaki sigorta sistemi Türkiye’dekinden epey farklı, çok
detaylı.
Trafik sigortası yaptırmadan araba satın almayı bile
düşünmeyin, galeriden dışarı bir adım atamazsınız. Araba sigortası
sadece araba üstüne değil, araba-şoför
ikilisi üstüne yapılıyor- yani sigortalı arabanızı bir arkadaşınız
kullanamıyor. Araba sigortasının primi pek çok parametreye göre değişiyor: ehliyetinizin
kategorisi, aracınızın modeli, güvenlik
istatistikleri,
özel güvenlik paketlerinin olup olmaması ve hatta yaşadığınız bölge!! Ev sigortası
da ilginç.. Temel motivasyon ve en büyük kalem, kendinizi kışın evin önünden geçerken
kayıp düşen ya da evinize gelip yediği yemekten zehirlenen ve buna karşı size
milyon dolarlık dava açabilecek birilerine karşı korumak! (Sonuncusu bir şehir
efsanesi olabilir tabii- umarım başımıza gelmez ve doğruluğunu test etmek
zorunda kalmayız!!) Her şeyin sigortası, her sigorta kalemini de belirleyen
yetmiş sekiz kriter var, çılgın bir sektör.
· Kredi
skoru
– Black Mirror dizisinin, insanların alnının üstünde her hareketleriyle sürekli
güncellenen sosyal medya puanlarının yazıldığı bir bölümü vardı. Kanada’da da
aynen bunu andıran bir sistem var. Herkesin bir kredi skoru var, gizli sicil
bilgisi gibi bir şey. Her yaptığınız finansal işlem bu skoru etkiliyor ve
sistemde yapabileceğiniz her şey yine bu skorla belirleniyor; kredi/leasing mi
alacaksınız,
mortgage mı, kredi kartı mı, önce kredi skorunuz sorgulanıyor. Yeni gelen biri bu
sistem içinde kredi içeren çoğu işlemi yapamaz örneğin, tarihçesi olmadığı için.
Sizden beklenen, uslu bir vatandaş gibi dikkatlice kredi skorunuzu yönetmeniz,
borçlarınızı zamanında ödemeniz, sisteme nizami izler bırakmanız. Normalde kredi
skoru insanlara açıklanmıyor, sadece ücret karşılığı öğrenilebiliyor. Ödenmeyen
bir borç, şüpheli bir işlem ise skorunuzu alt üst etmeye yetiyor; gereksiz başvurularda,
sorgulamalarda bile kredi skoru düşürülüyor. Sistemin insanların üstündeki gizli,
korkutucu eli. Nerede peynir ekmek gibi kredi kartı dağıtılan Türkiye!
· Bankacılık
–
Buna karşılık banka sistemi Türkiye’yle karşılaştırıldığında bize
çok ilkel geldi.
Online işlem yaparken geçerli güvenlik kuralları, yapabileceğiniz işlemlerin kısıtlılığı
vs. Sonracığıma, burada çek defterimiz var! (Türkiye’de en son ne zaman çek
yazan birini gördüğümü düşünüyorum da pek hatırlayamadım!!) Ev kiramızı çekle
ödüyoruz. Çok yaygın bir ödeme aracı, faturaları, okul ödemelerini vs. çekle
yapan yapan bir sürü insan var. Yeni bir ödeme tanımlayacağınız zaman boş çek
vermeniz isteniyor. İnsanlar çekle yaptıkları işlemleri aylık işlem özeti gibi
çek defterlerinin arkasına not ediyor falan. Bir 20-30 yıl geriye ışınlanmış
gibi hissediyorum bazen!
· Piyasa,
iş hayatı -
Kanada, bazı açılardan Amerika’ya, bazı açılardan İngiltere’ye benziyor-
ikisinin bir harmanı gibi. Gerek yönetim sistemi, gerek piyasası, gerek yaşam
biçimi açısından. İş hayatına gelince, verginiz karşılığında aldığınız kamu
hizmetleri sosyal bir devlet görünümü verse de iş hayatı tamamen kapitalist. İş
bulmak çok zor ve iş güvencesi yok. Çoğu iş kısa vadeli, kontratlı, birini işten
atmak çok kolay. Buna karşılık devletin verdiği işsizlik maaşları, doğum izni
gibi konularda Kanada Amerika’dan çok daha iyi elbette ve duruma biraz olsun denge
getiriyor. Ben iş aramaya başladıktan 1,5-2 ay sonra iş buldum ve şanslı olduğumu
düşünüyorum. Özellikle ilk işi bulmak önemli bir aşamaymış, öncesinde ne yapmış
olursanız olun Kanada deneyimi sahibi olmamanın çok büyük bir etkisi oluyor.
·
Do-it-yourself
yaşam biçimi-
İnsan emeği pahalı olduğu için ev temizliği, bebek bakiciligi, tamirat gibi işleri
insanlar genellikle kendileri yapıyorlar. Sistem buna göre kurulmuş. Bu, hayatın
her boyutunda geçerli. İş yerlerinde ve okullarda öğle yemeği yok, büyüğünden
küçüğüne herkes minik minik beslenme çantalarıyla, sefer taslarıyla geliyor. Evlerini
kendi temizliyor, minik tamiratlarını, boyalarını, ev taşımalarını kendileri yapıyorlar.
·
Waiting
lists
– İnsanlar planlı. Seyahatlerini, aktivitelerini, her şeylerini önceden planlıyorlar.
Her konuda bekleme listeleri var, okul öncesi kreşlerden aile doktorlarına,
ebelere kadar. Yine standart bir söz, “Hamile kaldığında eşinle konuşmadan önce
ebe ve kreş aramaya başla!”
·
Buzlu
su ve kamış
– Bir lokantada gelen standart suyun yandaşları. En soğuk günde bile her şeyin içine
buz doldurmak ve her bardağa mutlaka plastik kamış koymak zorundalar!! Bunları
istemediğinizi her seferinde hatırlatmanız gerekiyor.,
·
Plastik
torbalı sütler –
Kanada’ya özgü bir başka ilginçlik. Karton kutuda sütler olsa da en yaygın sütler
toplam 4 lt. olacak şekilde paketlenmis 3 plastik torbadan oluşuyor. Bunları
tam o torbaların sığacağı plastik sürahilere koyup saklıyor/servis ediyorsunuz.
Barbekümüz! |
·
Barbekü – Buranın milli meselesi gibi bir şey. Özellikle
yazın, sürekli bir barbekü olayı var. Bizdeki en büyük mangal, buradaki barbekülerin
yanında fino gibi kalır. Dışarıdan bakarken dikkat ediyorum - minicik minicik balkonlu condoların bile çoğunda
barbekü var, çok ilginç. Barbeküler genelde lpg’li, içine odun aroması, kömür
aroması veren aparatlarla yakılabiliyor. Marketlerde her şey barbeküye göre düzenlenmiş.
Köfteler, sosisler, domuz pirzolaları, kılçığı çıkarılmış fileto balıklar, tek
tek alüminyum folyoya sarılmış patatesler.. Yüzlerce çeşit barbekü araç gereci,
eldivenler, önlükler.. Barbekü için bir dünya. Evlerdeki barbeküler yetmezmiş
gibi, bir de yazları Ribfest denen etkinlikler oluyor. Her haftasonu başka bir
lokasyonda panayır alanı gibi düzenlemeler yapıyorlar, burada onlarca etçi
stant açıp soslu pirzola satıyor, yarışmalar yapıyorlar. Tam bir çılgınlık.
·
Mikrodalga
hayatlar –
Her yer mikrodalga. Ofislerde ve evlerin çoğunda mikrodalga var, marketlerde
satılan yiyecekler mikrodalgaya göre hazırlanmış. Yine Amerikan tarzı bir şey.
Ofisteki Kanadalılara soruyoruz, “Evde ne pişiriyorsunuz?” Et, tavuk değilse,
ya sandviç, ya mikrodalga yemeği ya da patates yiyorlar! Yer gök patates.
Kanada spesiyalitesi: Poutine! |
·
Take-away – Porsiyonlar büyük, genelde dışarıda
yediğiniz yemekleri bitiremiyorsunuz. Bunlar için küçük bir kutu isteyip kalanı
eve götürmek, ertesi gün ısıtıp ofiste yemek standart bir uygulama.
Her daim fasülyeye aş ererim! |
·
Yiyecekler – Lokantalarda yan yemek olarak
“veggies” isterseniz genelde gelen şey brokoli, havuç, soğan ve biber- buradaki
sebze kavramı bununla sınırlı. Bunu bulabilirseniz şanslısınız. Oysa yazın
Ontario’nun yerel sebze ve meyveleri çok güzel ve çeşitli. Yerel çiftliklerde
yetişen çilekler, muhteşem üzümler, kütür kütür elmalar, Türkiye’de zar zor
bulduğum kuşkonmaz, envahi çeşit mantar.. Bunlardan bol bol yedik ve çok
sevdik. Barbunya bulduğumda torba torba alıp kasadaki görevlinin “Fasulyeyi
seviyorsunuz anlaşılan. Bu nasıl pişiriliyor, bana anlatır mısınız?” şaşkınlığına
az maruz kalmadım- kasada zeytinyağlı barbunya tarifi vermek de nasip oldu!! Burada
ıspanak ve kuru bakliyatlar harika, etler de nispeten ucuz. Ama yukarıdaki yerel
birkaç yaz sebze meyvesi dışında neredeyse her şey ama her şey dünyanın bir
yerlerinden ithal. Bunun uzun dönem sağlığımız üstünde nasıl bir etkisi olacak
bilmiyorum- ama sanırım Türkiye’yle ilgili ailemden sonra en çok özlediğim şey,
otlar ve mevsiminde meyve-sebzeler olacak. Yazın şöyle leziz bir Ayşekadın fasülyesi,
börülce, sonbaharda ayva, kışın kalın beyaz kabuklu Washington ve Yafa
portakallarım, baharda kütür kütür yeşil erik, Ateş’in favorisi şevketibostan,
bayıldığım cibes.. Bunları burada bulamayacağız, evet, biliyorum, ne yapalım,
onlar da Türkiye’ye ait özlemlerimizden olsun.. Bir başka hayalkırıklığı da balıklar.
Ben Kanada’yı balıkçı bir ülke olarak hayal ediyordum; ama bulduğumuz balıklar genelde
dondurulmuş, yavan okyanus balıkları, çeşit çok çok az. Sürekli somon yiyip gözümüzde
tüten kalkanları, lüferleri, palamutları düşlüyoruz – bir balık delisi olarak İstanbul’daki
balıkçımı, kafalı balık yemeği ve balık kılçığı ayıklamayı çok ama çok özledim!
·
Costco!!
-
Ne yalan söyleyeyim, Kanada’ya gelmeden önce Costco’yu hiç duymamıştım.
Amerika’da, Ingiltere’de de varmış ama buradaki gibi çılgınlık boyutunda mi
bilmiyorum. Kanada’ya ilk geldiğimizde en sık duyduğumuz kelime “Costco”
olabilir. Markaları ve nerde ne satılırı öğrenmeye çalışırken sürekli “Aa bunu
Costco’dan aldım”, “X ürününü mutlaka Costco’dan almalısın”, “Costco’da bunlar çok
ucuz” gibi reklam kokan replikler duyuyorduk çevremizdeki herkesten, her türlü
alakasız şey için. Bebek bezinden cherry domatese, klimadan araba sigortasına
kadar, her telden. Bu Costco da neyin nesiydi? Neden üyeliği 110 dolardı? Ama zaman
kaybetmemeli,
hemen Costco’ya üye olmalıydık, yemeden içmeden oraya uğramalıydık. Eh,
madem çok ısrar ediyorlardı, biz de gittik, gördük. Bir süre yine bir şey
anlamadık. Altı üstü bir market- ama sadece üyeler girebiliyor ve diğer marketlerden
farklı özellikleri var. İade sistemi efsane. Aslında dışarıdan baktığınızda çirkin,
düzensiz, hangar gibi mağazalar, devasa boyutlu ürünler (mesela kıyma en az 3
kiloluk paketler halinde satılıyor,
kulak pamuğu 500lü falan!), çılgın bir kalabalık. Nesi var buranın diye
bir süre ambale olmuş vaziyette gezdikten sonra sanırım alışma dönemini geçerek
biz de Costcocu olduk. Artık belli aralıklarla mutlaka Costco’ya gidiyoruz, ne
Costco’dan alınır biliyoruz, mağazaya girince kaybolmadan istediğimiz reyonları
bulabiliyoruz, eh,
daha ne olsun! Yaşasın Costco! :D
·
Kozmopolit
dünya
– Kanada bence bir göçmen olarak en rahat yaşanabilecek, ayrımcılığın en az olduğu
yerlerden biri. Elbette burada da istisnalar olabilir; ama başka yerlere
bakıyorum da, Avrupa’da durum gittikçe kötüye giderken, Amerika’da Trump kabusu
sürerken burası henüz bozulmamış bir mozaik gibi. Gerçekten kendinizi bir
grubun dışındaki ayrık otu gibi hissetmiyorsunuz, ya da Toronto çevresinde,
benim bulunduğum çevrelerde bunu çok hissetmiyorum. İstisnalar olabilir tabii
ki ama bu ülkenin kuruluş felsefesi ve temel direği göçmenler. Göçmenlerin hakları
herkesle eşit. Zaten düşündüğünüzde First Nations denen yerliler dışında
buradaki herkes bir şekilde, bir zaman, bir kuşak, bir yerlerden gelmiş. Her
milletten insan var, her dili duyuyorsunuz, her kültürün yemeğini
bulabiliyorsunuz. Ateş’e bakıyorum da, daha şimdiden bir sürü Anglosakson, Çinli,
Hintli, Pakistanlı vs. arkadaşı var ve böyle bir ortamda büyüyecek olması onun için
en büyük şans.
·
Bitmeyen
belirli günler ve haftalar
– Amerikan etkisi, sürekli bir pazarlama kampanyasının içinde yaşanıyor burada.
İçinde bulunduğunuz t anının mutlaka bir önemi var. Ya Anneler Günu yaklaşıyor,
ya Babalar Günü, ya Canada Day, ya Thanksiving, ya Halloween, ya Black Friday,
ya Christmas. Sürekli değişen isimler altında indirimler, flyerlar, süslemeler,
hep bir pazarlama bombardımanı. Yeter ki tüketin durun. Bu, Kuzey Amerika kültüründe
bana en ters gelen, en uzak durmak istediğim şey sanırım.
Pofuduk |
·
Fauna
– Geçen sene Kanada’ya kısa bir ziyaret için ilk gelişimizde Toronto’da ilk kez
sincap gördüğümde gösterdiğim tepkiyi hatırlıyorum: “Aaaaaaaaa sincap!” Sevinç dolu,
çocuksu bir çığlık, aman kaçmasın, resmini çekelim isteği. Oysa şimdi ne komik
geliyor. Her yer sincap. Sincaplar dile gelip konuşsa o kadar ilgimizi çekmeyebilir
şimdi- Boğaz Köprüsü’nden geçerken kafasını çeviren İstanbullu sendromu bir
nevi. Buranın hayvanları çok değişik, adeta canlı bir hayvanat bahçesi.
Sincaplar çeşit çeşit, siyah olanlari beğenmiyorum, grimsi olanlar ve chipmunk
denen minik bir cinsi seviyorum. Evimize ilk yerleştiğimiz günler bahçemizde
bir tavşan yuvası vardı, her gün izliyorduk Ateş’le, sonra taşınmaya karar
verdi. Rakun ve kokarcalar da yaygın, ama bunları görmek çok hayra alamet değil.
Çakal, tilki de varmış; ama bize henüz denk gelmedi. Yazın birkaç ay
ravine’deki yürüyüş yolunun bir kısmı çıngıraklı yılan tehlikesi yüzümden
kapatıldı. Yazın dönem dönem devasa boyutlu ama kurnazlıkta kafasız
sivrisineklerle, ağaçlardan yağmur gibi yağan tırtıllarla, kene alarmlarıyla geçti.
(Hiç sevmediğim çiyanlar ise her dönem etrafta dolanmaya devam ediyor) Sonra gökyüzünde
kuş geçişleri başladı. Bu, Engin’in uzmanlık alanına giriyor; ama benim gibi kuş
bilgisi giriş seviyesinde olan biri için bile kartallar, şahinler, ağaçkakanlar,
robinler içinde yaşamak, sürekli değişik kuş sesleri duymak doğrusu çok güzel. Kütüphanemizin
bahçesinde 20-30 tane Canada goose tüm yaz dolandı durdu, hala buraları terk
etmediler. Ateş’in
açık ara en sevdiği hayvan ve bu seneki trick-or-treat kostümü ise
kunduz oldu. Ama bir tek hayvan yok etrafta, ve İstanbul’dan sonra eksikliği çok
hissediliyor: kedi!
Canada geese |
·
Hokey
–
İşte benim için en kısa başlık, zira bu konuda bilgim: Sıfır!!! Tek bildiğim,
çok çok çok önemli bir konu olduğu :)
·
Garip
hava olayları
– Adını daha önce duymadığım garip hava olayları var burada, mesela bir tanesi
efsanevi freezing rain. Özel koşullarda gerçekleşen, yağmurun gökyüzünden düşerken
donup yerleri, ağaçları görünmez bir film gibi kapladığı, elektrik hatlarını
falan bıçak gibi kestiği garip bir olay(mış). Bakalım daha neler göreceğiz!
· Have
a good one! –
Bir dükkandan, lokantadan ayrılırken bu son cümleyi duymanız büyük olasılık.
Tembel işi. Artık good morning mi, good afternoon mu, good evening mi, ne
isterseniz size kalmış. Çok uğraşmıyorlar, just fill in the blanks!
· Good
night
– Hala akşamüstleri her duyduğumda içimden “Sen ne diyorsun ya?” dedirten ayrılık
nidasi. İngilizlerden falan bunu hiç duymazdım mesela, onlar ‘good evening’
derlerdi. Burada insanlar tavuk gibi; çok erken kalkıyor, çok erken yatıyorlar.
Benim gibi gecenin bir yarısında ayakta olan baykuşların anlayamayacağı bir
konu sanırım. Ondan mıdır nedir, ofisten çıkarken saat 4’ten sonra millet
birbirine iyi geceler diliyor, sabah saat 11’de ise bir yere telefon ettiğinizde
“Good afternoon!” diyebiliyorlar. Kendimi sürekli bir jetlag hali içinde yaşıyor
gibi hissediyorum.
Eminim bize farklı gelecek, alışmamız
gerekecek daha bir sürü şey olacak. Bunların en başında ise kış geliyor. Ocak
ayında, çok karlı bir günde doğmuş bir Ankaralı olsam da, şu an için karı ve kışı
sevdiğimi düşünsem ve kendi kendime “Aynı New York gibi işte, hiç farklı değil,
Ankara’dan da azıcık, birazcıcık soğuk” diyip dursam da tedbiri elden bırakmıyor,
bu konuda biraz endişeli olma hakkımı saklı tutuyorum, bakalım. Tüm kostümlerimiz
hazır, gardımızı aldık, Kanada’ya yerleşen İzmirli’nin anılarındaki gibi ilk
karın düşmesini bekliyoruz. Kendimizi Ontario’nun kışının ellerine bırakıp ilk
senemizde biz çömezlere kolay yerden sormasını dilemekten ve önümüzdeki senelerde
daha haşır neşir olacağımız kış aktivitelerine alıcı gözle bakmaya başlamaktan başka
bir şey gelmiyor elden!