Bu, Viyana’da en sık kullandığım sözcük. Hiç dilimden düşmüyor, o kadar çok kullanıyorum ki Engin artık isyan ediyor. Ama ne yapayım; nereye baksam, nereye dönsem her yer, her şey şaşaalı! Şehir merkezindeki en uyduruk bina bile küçük bir saray gibi. Muhteşem yapılar, geniş bulvarlar, meydanlar, kocaman parklar, heykeller..
Viyana, eski bir imparatorluk başkenti olduğunu bağırıyor; aslında bağırmıyor da olgunluğu ve gelenekselliğiyle kibarca anlatıyor sanki. Duruşlarından belli, bu şehir de, insanları da geçmişten gelen güçlü bir geleneğin mirasçıları. Görmüş geçirmiş bir şehir, içinde de görmüş geçirmiş insanlar; çoğunun okuyan, müzik dinleyen, kültürlü insanlar oldukları her hallerinden belli.
Bir kere tarih.. Çocukluğumda izlediğim Sissi filmlerinin, Strauss valslerinin etkisiyle içimde 1800’lerin Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na gizli bir hayranlık var sanırım; bu yüzden Viyana’da mutluluktan uçarak, Habsburglarla pek ilgilenmeyen Engin’e heyecanla bir şeyler anlatıp durarak dolaşıyorum. Sonra, Viyana’da sanatın her türlüsünün en alası var. Burası müziğin başkenti. Burası güzel sanatlar cenneti. Müzeler, sergiler, konserler, istemediğiniz kadar, yetişemeyeceğiniz kadar, içlerinden seçmekte zorlanacağınız kadar çok etkinlik. Dahası, burası bir yeme içme cenneti, schnitzellerin, apfelstruddellerin, çılgın tatlıların, kahvelerin başkenti. Burası parkların, Noel marketlerinin de başkenti.
Viyana mağrur bir şehir; sakin, düzenli, biraz ciddi. Mekanlarda genelde yaş ortalaması yüksek. Koşuşturma yok, kaos yok. Garsonlar aceleye gelmiyor. Ulaşım rahat, sanki trafik yok gibi. Schwechat havalimanından şehir merkezine yakın Wien Mitte’ye 15 dakikada gelen trenler (CAT) indiğimiz THY uçağından kat kat konforlu. Burada ilk dakikadan itibaren medeniyetin nasıl bir şey olduğunu hissediyoruz.
Viyana’nın merkezi nispeten küçük bir yer; yürüyerek, metro ve tramvaylarla rahat rahat geziliyor.Bir de fiakerler var ki adları gibi çok fiyakalılar bu atlı arabalar; ama Viyana’daki çoğu şey gibi pahalılar.
Ringstrasse harika bir yer. Bir daireyi andıran eski şehir merkezini bir uçtan bir uca saran, halka formunda çok geniş bir bulvar. Burada eskiden Viyana’yı çevreleyen surlar varmış. 1850’lerde bu surlar yıkılıp yerine bu güzel bulvar ve üzerine de hepsi birbirinden ihtişamlı çeşitli hükümet binaları, müzeler ve sanat mekanları (ör.Staatsoper!) yaptırılmış. İnanılmaz bir planlama ve şehircilik örneği, hayran olmamak zor.
Eski şehir keyif veren bir yer. Gotik Stephansdom ve çevresindeki binalar, kaldırım taşları, atlı arabalar, çikolatacılar, butikler, çok güzel kitapçılar, kaffeehaus’lar,.. Yılbaşı için süslenmiş avizeleriyle Graben caddesi, alışveriş için Kärtnerstrasse..
Viyana’da akşam. Her yer ışıl ışıl. Binalar ayrı güzel, ayrı görkemli görünüyor. Tramvaya binip Ringstrasse etrafında kısa bir tur atmak, mutlaka Rathausplatz’ı görmek gerekli.Viyana’da haftasonu, özellikle Viyana’da Pazar günü akşam. Nerede bu insanlar? Burası sanki bir ölü bir şehre dönüşüyor, her yer kapalı. Alışverişin kalbi Mariahilferstrasse’de bir şişe su almak için yürüdükçe yürüyoruz, en sonunda çareyi yine bir dönercide buluyoruz! Haftasonları her yer kapı duvar; İstanbul’da yaşayan ve İstiklal’e, Cadde’ye, alışveriş merkezlerine alışmış birinin bu düzene ayak uydurması imkansız!
Müzik
Her yerde müzik. Başrolde müzik.
Tüm turistik mekanların dışında pelerinli, kostümlü kişiler gelip klasik müzik konser bileti satmaya çalışıyorlar; ama bunlar Mozart çikolataları gibi biraz fazla turistik duruyor. Biz tercihimizi Viyana’nın olmazsa olmazları Musikverein ve Staatsoper’den yana kullanıyoruz; ama Viyana’da konu müzik olunca seçenekler envai çeşit.
Staatsoper - devlet operası- muhteşem bir bina, içi de bir o kadar görkemli. İnsanlar şık; ama beklediğimiz gibi tuvaletler ve smokinler fazla yok. Biletler pahalı. Biz üstte ve sahneyi biraz yandan gören localardan birinde oturuyoruz. Ama yaptığımız aile ekonomisinin sonucunda kabak Engin’in başına patlıyor: Madame Butterfly sahnenin ortasında değil, sol tarafında intihar etmeyi seçtiğinden Engin ne yazık ki Butterfly’ın ölümüne şahit olamıyor! Locanın duvarında her koltuk için minik lcd ekranlar var; buradan Almanca veya İngilizce seçeneğiyle librettoyu takip edebilmek çok güzel. Aralarda herkes fuayeye çıkıp köpüklü şarap içiyor, sanırım bu da bir Viyana geleneği.
Bahsetmesem olmaz, Staatsoper’in bilet gişesinde hayran olunası bir adam var, kaç dil konuşuyor bilemedim. Kim gelse onun dilinden şakımaya başlıyor. Almanca, İngilizce, İspanyolca, hepsi çok akıcı. Bir de binanın giriş katında çok güzel bir dükkan var, zengin bir klasik müzik koleksiyonuna sahip.
Musikverein, çocukluğumuzda Hikmet Şimşek’in sunduğu Pazar konserlerinin jeneriğinde çıkan o şaşaalı (!) konser salonu. Burada yeni yıl konseri ayrı bir ritüelmiş. Tavanı altın yaldızlı, süslü püslü, akustik iyi. İlk gün yol yorgunu gittiğimiz konser bizi bayağı zorlasa da denk gelirse bence bu konser salonu görmeye kesinlikle değer. Biletler acayip pahalı, öyle böyle değil. Keşke biletler bu kadar pahalı olmasaydı da daha güzel bir yerde oturabilseydik diye düşünüyorum konser boyunca.Etkinlikler..
Viyana bir güzel sanatlar cenneti. Ne ararsanız var. Muhteşem müzeleri geçiyorum zaten, ama geçici sergilerden de birkaç örnek vermek istiyorum ki Viyana’da ne kadar farklı tarzlardan ne kadar çok etkinliğin aynı anda devam ettiğine kanıt olsun:
- Picasso: Peace and Freedom - Albertina
- Michelangelo: The Drawings of a Genius - Albertina
- Frida Kahlo Retrospective - Bank Austria Kunstforum (Bilgi verici notlarla harika bir sergiydi!)
- Rodin and Vienna – Belvedere
- Cézanne, Picasso, Giacometti - Masterpieces from the Fondation Beyeler – Leopold Museum
- Body Worlds of Animals – von Hagens - Vienna Natural History Museum
- The Gold of the Inca - Novomatic Forum
- …
Aynı şey müzik için de tabii ki geçerli, ve bahsettiğim sadece klasik müzik değil.
--> Viyana - 2