Berlin’i
panoramik olarak görmek isterseniz bence çok güzel bir seçenek Bundestag’ın cam
kubbesine çıkmak. Sadece online randevu alınarak gezilebilen Bundestag
(Reichstag), Almanya’nın parlamento binası. Birleşmenin ardından yenilenen bu
tarihi bina, çok modern kubbesiyle birlikte akıllanmış! Kubbeyi gezmek için
biri yukarı çıkan diğeri aşağı inen grupların ilerlediği iki yol var, Escher’in
tabloları gibi birbiri içinden geçiyor gibi dursalar da birbirleriyle
kesişmiyorlar. Meclisin ana oturum salonunun tam üzerinde yer alan kubbenin
orta kısmı ise tamamen açık! Kubbeyi gezerken size eşlik eden audioguide hem
binanın ve kubbenin bu ilginç özelliklerini anlatıyor, hem de kıvrıla kıvrıla
kubbenin içinde tırmanırken dışarıda gördüklerinizle ilgili kısa kısa bilgiler de
veriyor. Çok hoş ve ilginç bir şehir turu diyebiliriz, kesinlikle öneririm!
Bundestag kolaj |
Güzel havada uzun bir yürüyüşle görülmesi gereken en önemli noktalar: Museuminsel, Katedral, nehir kenarındaki sakin vaha Nikolaiviertel, Unter den Linden boyunca önemli binalar, estetik Gendarmenmarkt (ve tabii ki Fassbender & Rausch çikolatacısında bir kahve ve pasta molası!), Friedrichstrasse’de boydan boya yürüyüş, Brandenburg kapısı ve Tiergarten. Tiergarten’da çok büyük bir hayvanat bahçesi var, yarım gün ayırıp burayı gezmek çok eğlenceli. Berlin Hayvanat bahçesi Avrupa’nın en çok ziyaret edilen hayvanat bahçesiymiş.
Gendarmenmarkt - panoramik |
Brandenburg
kapısından çıkıp sola doğru ilerlediğinizde çok geniş bir alana yayılmış olan Avrupa’nın
Öldürülmüş Yahudileri Anıtı’na geliyorsunuz, burası da çok ilginç bir deneyim.
Bir mezar yerini andıran bu alan, aslında sadece farklı boyutlardaki bir sürü dümdüz
gri dikdörtgen prizmadan oluşuyor, ama içine girip biraz vakit geçirdiğinizde
üstünüzde çok değişik bir etki bırakıyor. Tasarımı dikkat çeken anıtla ilgili
pek çok tartışma da olmuş zamanında; çünkü taşların üzerinde kullanılan maddeyi
üreten şirketin Nazi toplama kamplarındaki gaz odalarında kullanılan gazların üretiminde
faaliyet gösterdiği ortaya çıkmış ve bunun üzerine pek çok tepki gelse de
inşaat devam etmiş. Bu alanın yukarıdan çekilmiş fotoğrafları da çok ilginç,
mutlaka görmenizi öneririm.
Berlin’de
açık havada yapacak pek çok şey var. Şehrin değişik yerlerinde kurulan bit
pazarları güzel. Biz daha çok resim, hediyelik eşya, küçük antikalar satılan
birkaç tanesine gittik. Bunun dışında Hackescher Markt bölgesi küçük butikleri,
höfe denen iç içe geçilen avlulardan
oluşan yapıları ve buradaki ilginç duvarlar, süslemeler, grafitiler ve
dükkanlarla zaman geçirilebilecek bir mahalle. Monbijoux, nehir kıyısında
insanların yayıldığı küçük bir park. Burada bir akşam nehir kıyısında tango
yapılan bir dans bara gittik- dışarıda yaşayan bir şehir olan Berlin’de
özellikle daha sıcak havalarda ya da yazın bu tarz etkinlikler çok daha
yaygınmış.
Monbijoux - Strandbar & Tanz |
Müzeler
Altes Museum |
Müzelere
gelince, Berlin’de seçenek çok ama genel olarak müzeler gerçekten pahalı.
Museuminsel’deki beş müzeyi tek bir müze kartıyla gezebiliyorsunuz ama çok
fazla vaktiniz yoksa Pergamon’u gezmek bence yeterli. Pergamon’a aşağıda ayrıca
değineceğim ama bizim gittiğimiz diğer müzelerden Bode’nin özellikle dışarıdan
görünüşünü sevdim.
Katedralin
karşısında yer alan DDR Müzesi içinde pek çok ilginç bilgi barındıran bir dönem
müzesi.
Beni en
çok çarpan müzelerden biri de Tripadvisor’da çok tavsiye edilen Topography of Terror oldu ve üşenmeyip
gidebildiğimiz için sonradan çok memnun oldum. Kapanışına 1-1,5 saat kala gezmeye
başlayıp yetiştiremediğimiz bu müze-serginin kitabını aldım, şimdi onu
okuyorum. Nazi Almanyası’nın doğuşunu, Gestapo örgütlenmesini ve özellikle ilk
dönemlerinde kullandıkları propaganda yöntemlerini belgelerle, fotoğraflarla,
gazete kupürleriyle anlatan çok etkileyici bir kitap bu ve sergiyi gezerken
detaylı olarak inceleyemediğiniz pek çok şeyi sindirmek için çok faydalı. Bence
1935 öncesi Almanya’da olanları okumakta, özellikle şimdilerde çok fayda var;
detaylar sizi feci çarpıyor!
Bunun
dışında Potsdamer Platz’da yer alan Kulturforum’daki (ki burası doğu Berlin’de
kalan Museumsinsel’in batıdaki karşılığıymış) modern sanat müzelerini gezmeye
zaman kalmadı. Bir konsere gitmek ya da en azından boşken turla görmek
istediğim Philharmonie’ye de saatleri uyduramadığımız ve katı Almanların
gazabına uğradığımız için bir türlü giremedik, artık bir sonraki sefere!
Bode Museum |
Pergamon Müzesi..
Bir parça hayalkırıklığı..
Sanırım
kendimi çok iddialı olmayan bir müzesever olarak tanımlayabilirim, arkeolojiyle
de çok alakasız sayılmam. Birkaç yıl
önce gezdiğimiz (bkz. yazısı burada) Bergama
antik şehrine de özellikle bayılmış, çok etkilenmiştim. Tüm bu sebeplerden
dolayı Berlin’deki Pergamon Müzesi’nin benim için dünyada görüp göreceğim en
etkileyici birkaç müzeden biri olmasını ve hatta tüm Berlin gezisine damgasını
vurmasını bekliyordum. Zaten okuduklarım ve oraya gidip görenlerden duyduklarım
da bu beklentiyi destekliyordu.
Pergamon sunağı |
Müzeyle
ilgili sevmediğim bir başka şey de düzenlenişi ve bilgilendirmelerin
dağınıklığıydı ki bence bu çapta bir müze için bunlar çok daha iyi olabilirdi. Gezilen
odaların içinde genelden özele ilerleyen bir mantık yoktu ve audioguide’ı
dinledikten sonra kafamdaki en temel sorulara cevap bulamadım (mesela
‘Panorama’ olarak bahsedilip duran şey tam olarak nedir?). Yer yer güzel
bilgilendirmeler olmasına rağmen (örneğin çıkışa yakın bir yerde yer alan
Bergama şehrini anlatan interaktif tablet uygulaması) sonuç olarak ben bu dağınık
geziden çok zevk almadım. Bilemiyorum, kendime hala niye Pergamon Müzesi’nden
etkilenmediğimi açıklamaya çalışıyorum… Belki de esas sebep gezmeden önceki
beklentimin büyüklüğüydü. Bir de belki Bergama’yı yerinde görüp o muhteşem
antik tiyatroda rüzgara karşı hülyalara dalıp eskiden oraların neye
benzeyebileceğini düşledikten sonra burada
gördüklerim bana fazla yapay geldi.
İlginç görünebilir; ama Pergamon müzesinin bana en çok dokunan kısmı, sergilenen antik dönem eserlerinden çok, basit bir dekorasyon öğesi oldu. Müze deposundan çıkarılıp geçici olarak ziyarete açılan bir serginin girişindeki bu dekor için tavana kadar uzanan raflara üzeri özel damgalı ve numaralı tahta sandıklar dizmişlerdi ve bu görüntü bana hemen Indiana Jones Raiders of the Lost Arc filminin acıklı son sahnesini hatırlattı. Burada film boyunca herkesin peşinde koştuğu hazine en sonunda üzeri numaralandırılmış bir konteynera koyularak Almanya’da çok büyük bir depoya kaldırılıyor, adeta koca bir denizin içindeki kum tanesi gibi kaybolup gidiyordu. Biz zamanında gerek Bergama gerek Milet ve burada sergilenen diğer eserleri özel izinlerle bilerek ve isteyerek Almanya’ya vermiş olsak da, kimi zaman “Bizde kalsaydı değeri bilinmeyecekti zaten” diye düşünüp avunmaya çalışsak da, o tahta sandıkları görmek insana bu müzenin nasıl oluşturulduğunu hatırlatan çok iç acıtıcı bir detay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder