DDR
dönemine ait eski bir Stasi hapishanesi olan Hohenschönhausen’e gidişimiz
gerçek anlamda bir macera oldu. Almanca bilmiyorsanız, cep telefonunuzda
internet bağlantısı yoksa ve genelde çok şanslı biri değilseniz- ki bu üç
faktör de bizde ne yazık ki mevcut değildi- buraya ulaşmanız ve içeri girmeniz
gerçek anlamda bir çaba gerektiriyor!
Hapishaneyi
sadece turla gezebiliyorsunuz ve gitmeden önce websitesinden baktığımızda her
gün saat 14:30’da İngilizce turların olduğu yazıyordu, ama genel olarak Alman
müzelerinin websiteleri bana çok güven arz etmediğinden ve hapishane şehrin
ücra bir yerinde olduğundan, turun yapılacağını bir de maille teyit ettirdik.
Vakitlice yola çıkıp Lindenberg civarındaki hapishaneye gitmek üzere M5 nolu
tramvaya atladık. Az gittik uz gittik, Berlin düz olduğu için dümdüz gittik, bir
de baktık ki geldiğimiz durağın adı “Hohenschönhausen birşeybirşey”. Biz de
normal olarak geldiğimizi, ya da en kötüsü bir iki durak yakınlıkta bir
yerlerde olacağımızı düşünerek tramvaydan indik. İşte maceramız böyle başladı.
Elbette, tahmin edebileceğiniz gibi burası doğru durak değildi ve daha da kötüsü, Hohenschönhausen isimli hapishaneyle inmiş olduğumuz Hohenschönhausen kelimesiyle başlayan ve adını hatırlamadığım durak ne hikmetse birine hiç de yakın değildi.
Elbette, tahmin edebileceğiniz gibi burası doğru durak değildi ve daha da kötüsü, Hohenschönhausen isimli hapishaneyle inmiş olduğumuz Hohenschönhausen kelimesiyle başlayan ve adını hatırlamadığım durak ne hikmetse birine hiç de yakın değildi.
Ondan
sonraki yarım saat-kırk beş dakika içinde inip bindiğimiz bilimum tramvayları,
konuştuğumuz ya da daha doğrusu birlikte sinema oyunu oynadığımız ve hepsinin
ortak özelliği tek kelime İngilizce konuşmamak olan tüm o insanları, azalan zamana
karşı koşturup durmamızı, Berlin’de bu kadar az İngilizce konuşulan bir bölge
bulmayı başarıp üstüne üstlük bir de orada kaybolmanın verdiği şaşkınlığı hiç
anlatmayayım.. Almancayla zaten hiçbir zaman hoşlaşmayan ben o gün kaç kere Hohenschönhausen
dedim, beni kaç kişi anladı bilmiyorum; ama bu dili konuşamadığıma orada
gerçekten hayıflandım! Neyse ki bir şansımız vardı: tramvayların birinde
yanımda oturnan, tek kelime İngilizce bilmemesine rağmen diğer duvar suratlı insanlardan
farklı olarak bize yardımcı olmaya çabalayan o şeker teyzeyi tek geçerim. O da
olmasaydı şimdi hala Berlin’in uzak bir köşesinde “Hohenschönhausen, Hohenschönhausen”
diye sayıklayarak o tramvay senin bu tramvay benim dolanıyor olabilirdik!!
Neyse,
sonuçta hedef noktaya ulaşmayı başarıp hapishane kapısının karşı kaldırımındaki
gişeden tur için bilet aldığımızda saat 14:30’u beş dakika geçiyordu. Bize
bilet satan ve çatpat İngilizce konuşan kız turun birkaç dakika önce
başladığını ama hemen kapının dışındaki grubu yakalayıp katılabileceğimizi
söyledi. Tabii ki bu iş bu kadar kolay olmayacaktı. Grup biraz önce hapishane kapısından
içeri girmişti bile. Kapıdaki izbandut görünüşlü, garip bıyıklı, sert bakışlı
gardiyan tabii ki İngilizce bilmiyordu ve bize görevine yakışır net bir tavırla
“Neeeein, no tour!” dedi. İtirazlarımız, bir dakika önce satın aldığımız biletleri
göstermemiz, websitesinde yazanlar falan kar etmedi. Tıpış tıpış gişeye geri
dönüp bizi oyuna almayan bu uzlaşılmaz arkadaşı şikayet ettik. Gişe
görevlisinin İngilizcesi bu sohbete devam etmeye yetmeyince müzede farklı bir
birimde çalışan ve daha iyi İngilizce konuşan başka bir adam konuya dahil oldu
ve “Olur mu canım öyle şey, gidin görevliye şöyle deyin böyle deyin” diye bizi
tekrar sert bakışlı gardiyanın yanına yolladı. Ama heyhat, sonuç değişmedi.
Üçüncü tura geldiğimizde müze binasının en iyi İngilizce konuşan görevlisine
bize kol kanat germesi ve bizi bir şekilde hapishaneden içeriye sokması için artık yalvaracak
hale gelmiştik. Dünya üzerinde bir hapishaneye girebilmek için bu kadar
canhıraş halde çabalayan kimseyi görmemiş olsa gerek, adam en sonunda işi gücü
bıraktı ve “Hadi gelin peşimden” diyerek kararlı adımlarla ilerledi, biz de peşinden! Nihayet
kapıdan içeri girerken sert bakışlı gardiyanı daha sert bakışlarla adeta döven
kahramanımız bizi gecikmeli olsa da tur grubuyla buluşturdu! Bu Almanların
sistemlerinin nasıl işlediğini, o gün neler olduğunu hiç bilemeyeceğiz; ama
neyse ki bu kadar çabanın sonunda mutlu sona erdik..
Başı kısmı
acılı olsa da turun geri kalan kısmı geldiğimize gerçekten değdi. Hayatımda ilk
kez bir hapishane gördüm ve anlatılan detaylarla canlanan ortam beni çok
etkiledi. Rehber de gerçekten çok iyiydi. Hapishane aslında ilk önceleri bir
Sovyet hapishanesi olarak kullanılmış, daha sonraları yapılan ek binalarla DDR
döneminin en önemli Stasi hapishanelerinden biri haline gelmiş. Hapishaneyi
gezerken çoğu yerde Das Leben der Anderen
filminden sahneler aklımıza gelip durdu. Çıkışta rehbere birkaç şey sorduk ve
filmin burada çekilmediğini ama orada yer alan pek çok detayın gerçeğe uygun
olduğunu öğrendik. Benim en çok ilgimi çeken şey Almanya’nın birleşmesinden
sonra bu döneme ait tüm gizli servis dosyalarının, Stasi kayıtlarının halka gerçekten
açıldığını öğrenmek oldu. Geçmişle bu denli şeffaf bir yüzleşmeyi tahayyül
ederken bile biraz zorlandım!
Bu
yoğun ve etkileyici geziyi bitirdikten sonra yine uzunca bir yolculukla
insanların İngilizce konuşabildiği daha merkezi bir yerlere doğru tekrar yola
koyulduk..
Hohenschönhausen Hapishanesi |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder