14.10.2012

Berlin - 5


Almancayla bir türlü barışmayan yıldızım

Bir dil düşünün ki pardon demek için “Entschuldigung” diye bir kelime seçmişler. Mesela garson çağıracaksınız, bu garip kelimeyi hatırlayana ve söyleyene kadar garson geçip gidiyor! Normalde diğer dillerdeki “pardon” benzeri kelimeler en azından insana aşina gelir ve bir dikkat/alarm durumu yaratır; ama entschuldigung ve benim aramda öncesinden böyle bir ilişki bulunmadığından, çevremde “Entschuldigung, Entschuldigung!” diye dolaşan insanların sesleri bana uzunca bir süre uzaktan ninni gibi geldi, onları hiç kaale almadım, dönüp bakmadım, kimselere yol vermedim. Kelimenin anlamını öğrenene kadar sakin ve umursamaz tavırlarımla bir sürü Almanı çıldırtmış olabilirim!

Kelimelerin uzunluğu takdire şayan; boylu boyunca uzanıp gidiyorlar, sonuna yaklaşırken başını unutuyorsunuz. Boşluk karakterini kullanmak bu kadar da zor bir şey değil halbuki! Her şeyi nefes aldırmamacasına birbirine yapıştırmaktaki ısrar niye; ben çözemedim. Böyle olunca okuduklarımla ya da gördüklerimle ilgili isimler, kelimeler aklıma kalmadı; çoğu uçtu gitti; bana sadece baştaki yarım yamalak birkaç harfleri kaldı yadigar..

Dalga geçip duruyorum ama Almanca çok zor bir dilmiş, ben öğrenebilenlerin yalancısıyım. Barış’a yeni macerasında kolaylıklar diliyorum bir kez daha! Bana gelince, artık Almanca için çok geç ve doğrusu hala ilgimi çekmiyor. Ama bu gezi sırasında fark ettim ki tek bir şey için Almanca öğrenmeyi çok isterdim: Dussmann kitabevinin oyun katındaki çeşit çeşit strateji oyunlarını inceleyip onları anlamak ve sonra da doya doya oynamak için! Almanların strateji oyunları konusunda tartışılmaz bir üstünlüğü var, hatta “German style board game” diye bir kavram varmış (bkz.Wikipedia). Bir board game delisi olan ben maalesef çok bilinenler dışında bu oyunların çoğunun İngilizcesine başka hiçbir yerde rastlamadım, aklım Dussman’daki o reyonda kaldı..

Yeme – içme ve diğer gözlemler

Berlin’de yeme içme çok çeşitli, ne ararsanız var, gece hayatı da çok renkli. Çok ilginç sohbetlerin yapıldığı küçük salaş barlardan, içeriye çok zor girilen, katı bir kıyafet uygulaması olan şık klüplere kadar ne ararsanız mevcut.

Alman spesiyaliteleri dersek, tabii ki kartoffel (patates) ve bira, bir de çeşit çeşit sosis. Currywurst, Berlin’in ünlü spesiyalitesi; curry sosu ve ketçapla servis edilen bir çeşit domuz sosisi.

Friedrichstrasse’de pek çok lokanta var, burada bol bol zaman geçirdik. Prenzlauer Berg bölgesini de sevdim, bazı yerleri sakin ve biraz daha bohem, bazı yerleri daha punk havalı, değişik bir bölge gibi geldi bana. Burada bir gece gittiğimiz ve aramızda “komünist pizzacı” diye andığımız Due Forni’yi tavsiye ederim.

Due Forni
Kreuzberg, Türklerin yoğun olduğu bir bölge ve burası da yeme içme açısından zengin. Bir gece ayaküstü bir şeyler yiyelim diye methini çok duyduğumuz Mustafa Gemüse’ye gidelim dedik. (Gemüse sebze demekmiş bu arada) Ben salaş bir mekan bekliyordum; ama doğrusu bu kadarını da değil! Mehringdamm metro istasyonundan dışarı çıkmamızla şaşkınlığa uğradım. Sokakta belki atmış yetmiş kişi sıra olmuş bekliyordu, kuyruğun başına doğru baktığımızda ise bunun kaldırım üzerinde küçük bir büfe olduğunu ve adının da ‘Mustafa’s Gemüse’ olduğunu gördük. Her milletten insandan “ein dürüm döner und un ayran” gibi kelimeler duymak ulusal gururumuzu okşasa da yediğimiz şey dönerin çok farklı bir yorumlanışıydı. Baharatlı, soslu, her şeyin içinde olduğu karışık, farklı bir tarzı var Avrupa’daki dönerlerin. Yine başka bir gün Hackerscher Markt’ta ayaküstü bir gözleme yiyelim dedik, ama gözlemenin içine salata, ketçap, mayonez doldurmaya çalışan Türk ailesine sade tercih ettiğimizi söylediğimizde aldığımız cevap bizi çok güldürdü: “Böyle çok daha güzel olur, aşın artık bu klasik Türklükleri!”

Yemek sektörüne el atmış Türkler ve yol tarif etmeye can atan taksi şoförleri dışında Berlin’de nedense çok fazla Türk’e denk gelmedik. Herkes adımbaşı Türkçe duyacağımızı söylüyordu; ama beklediğimiz kadar yoğun bir karşılaşma yaşamadık doğrusu. Özellikle doğuya gittikçe bu durum iyice belirginleşti, hatta günübirlik gittiğimiz Dresden şehrinde tek bir tane Türkçe kelime bile duymadık..

Hackescher Markt yakınları
Ayşe’den 10 Berlin tavsiyesi:
  1. Berlin’i görmeden önce havasına girebilmek için şehirde geçen birkaç dönem filmi izleyin.
  2. Bundestag kubbesini online randevu alarak gezin.
  3. Topography of Terror ve DDR müzeleri – bunları en az ikişer saat ayırarak, hakkını vererek gezin.
  4. Dussman kitapçısı -  giriş kattaki İngilizce kitaplar bölümünü ve 3.kattaki oyunlar bölümünü görün.
  5. Hackesche Höfe civarındaki küçük dükkanları gezin.
  6.  Mutlaka bir açıkhava pazarına ya da bit pazarına uğrayın.
  7. Tiergarten’da amaçsızca dolanın, vaktiniz varsa hayvanat bahçesine girin ve özellikle aslanların karşısına geçip heybetlerini hayranlıkla izleyin.
  8. Ku’damm’da KaDeWe alışveriş merkezine şöyle bir göz atın, Harrods gibi bir yer. Üst kattaki kafesinde kendinizi kaybediyorsunuz; ama dikkat burası Berlin’deki çoğu lüks lokantadan bile pahalı- bizim gibi ölçüyü kaçırmamakta fayda var!
  9. Hiçbir yere geç kalmayın, Alman sisteminin düzenli, organize ve sistematik olmaktan çok katı kurallar ve ne olursa olsun onları bozmamak üstüne kurulduğunu unutmayın!
  10. Çevre gezisi yapmayı düşünürseniz günübirlik Dresden’e gidin, kesinlikle değer (bir sonraki yazıda ayrıca anlatacağım!). Bir diğer opsiyon da çok da yakın olan Potsdam; ama bizim buraya gidecek vaktimiz olmadı.
Tiergarten - Berlin Zoo


Hiç yorum yok: