12.11.2013

Şatoda nikah var!

21 Eylül 2013, St-Maurice

İsviçre’yi sebeb-i ziyaretimiz olan Kerim ve Sophie’nin nikah töreni için 21 Eylül sabahı çok erken saatte St-Maurice şehrine doğru trenle yola çıktık. Aslında evden çıkarken küçük bir macera da yaşadık: trene yetişmek için aceleyle hazırlanırken birden elbisemin altına giyeceğim topuklu ayakkabının fiyongunun bavulun içinde kopmuş olduğunu fark ettim. Tabii ki imdadıma Ongun yetişti!! Sabahın köründe bizim için kalkıp bizi gara kadar bırakmakla kalmadı,  bir de üstüne evden çıkmadan japon yapıştırıcısı ve bunu sürmek için gerekli teçhizatı da bulup buluşturdu. Böylece Engin, ben, kopuk fiyongumuz, japon yapıştırıcı setimiz ve kocaman düğün hediye paketimizle birlikte ilginç bir grup oluşturarak yolculuğa başladık. Yolda giderken fiyongu yapıştıran Engin’in yanında kendimi Külkedisi gibi hissettim doğrusu; ama bir Cumartesi sabahı gün aydınlanırken şehirlerarası trende şık giyimli bir çift, ortalarında bir ayakkabı ve bolca japon yapıştırıcısı gören diğer yolcular ne hissetti, onu bilemem!



27.09.2013

İsviçre-Fransa arasında harika bir mola


Dağları, gölleri, ormanları, şirin kasabalarıyla her köşesi kartpostala benzeyen bir yerlerdeyiz. Buralarda başrolde huzur var.

İtiraf etmek gerekirse, daha önceleri, görmediğim büyük Avrupa şehirleriyle karşılaştırınca, fikir olarak beni çok da fazla çekmezdi bu tarz yerler. Artık yaşlandığım için mi, doğayla iç içe olma özlemini çok daha derinden hissettiğim; İstanbul’dan, işten güçten ve genel olarak Türkiye’den çok yorulduğumu hissettiğim için midir nedir, özellikle şimdi İsviçre’yi ziyaret etmek çok iyi geldi bana. Daha bu yaştan emeklilik hayalleri kurmaya başladım sanırım ve buralar bu hayaller için biçilmiş kaftan! (Bir tek standart hayallerdeki balık tutma kısmı için hakkımı saklı tutuyorum; bu aktivite için çok genç hissediyorum, hâlâ!)

Seneler önce Barış çok ısrar etse de ayarlayamamış, onu Neuchâtel’de bir türlü ziyaret edememiştik. Bu sene ise Engin’in kuzeni Kerim’in düğünü bu kısa İsviçre gezimize vesile oldu; bir de üstüne çok sevgili dostlarımız Ongun ve Ayşegül’ün nazik daveti ve gezi boyunca hiç bozmayan güzel havalar da eklenince çok güzel, dolu dolu dört gün geçirdik buralarda.

Ayşegül ve Ongun sayesinde bu gezide elimizi sıcak sudan soğuk suya sokmadık diyebilirim. Şöyle anlatayım (abartısız): Tüm gezi planlarımız önceden yapılmış, tüm tüyolar verilmiş.. Kocaman bahçeli harika bir evde kalıyoruz.. Evde olduğumuzda ördekli akşam yemekleri, sabah kruvasanlı kahvaltılar.. Engin’le yalnız gezeceğimiz günler için kapının önünde full depo bir araba, gezilecek tüm noktaların işaretlenmiş olduğu navigasyon cihazı, haritalar.. Haftasonu hep birlikte çevre şehirlere geziler, birlikte yenen güzel yemekler, sohbetler, tüm yorgunluğun üstüne akşam eve dönünce şömine yakılıyor falan.. Ayşegül dönüş günü bizi havaalanında pasaport kontrol noktasına kadar bırakarak son noktayı koydu! Böyle ev sahiplerine can kurban, nasıl teşekkür etsek azdır..

Düğün kısmına gelince, onu ayrıca anlatacağım.

9.09.2013

BiRiCiK BüRüCeK

James Bond’un son filmi Skyfall’un Türkiye’de geçen bölümünde, Kapalıçarşı’nın çatısı üzerinde motosikletle kovalamaca oynamayı tamamlayan Bond, Sirkeci’den bir trene atlar ve adrenalinden dolayı nereye doğru yol aldığının farkına varamasa da az sonra kendini çam ormanları arasındaki derin bir vadinin üzerinde uzanan, devasa ayaklı, kemerli bir köprünün üzerinde bulur. Sıradan bir izleyici için Jamesciğin tren-üstü tepetaklak aşağı düşmesinden öte bir şey ifade etmeyen bu sahnenin benim için manevi önemi büyüktür; zira hep hayal ettiğim bir şey burada gerçek olmaktadır: İstanbul’dan Bürücek’e- hem de trenle- kolaylıkla erişebilmek!

(Not: Ben kendisini bir türlü canlı göremesem de, yukarıda bahsi geçen ve başka isimleri de olan Varda Köprüsü’nün fotoğrafları için buraya bakınız.)

Filmden gerçeğe dönersek... Bürücek de nedir, neresidir derseniz, tanımlaması biraz uzun.

30.08.2013

Tire’de ziyafet

Tire Ovası
Son zamanlarda başka “gezi”lerle meşgul olduğumuzdan buradaki gezi yazılarına uzun bir ara vermiştim; artık bekleyen birkaç yazıyı arka arkaya yazacağım. İlki, aylar önce Anneler Günü için bir haftasonu ziyaret ettiğimiz Tire ve aslında bu geziye damgasını vuran Kaplan Çam Restoran.

Engin’in memleketi Tire, Ege’nin kendine özgü bir köşesi ve uzun uzun bahsedilmeyi hak ediyor; ama ben kısaca şöyle özetleyeyim: taze ve leziz meyveler, sebzeler, otlar, Salı pazarı, renkli ve cumbalı otantik evler ve unutulmaya yüz tutmuş esnaf dükkanlarını da görebileceğiniz tarihi çarşı.  Bu son gezide Tire’de çok vakit geçiremedik ama daha önceki senelerde Tire pazarında çektiğim fotoğraflardan kaç tanesini bu yazıya iliştiriyorum. Tire’nin meşhur pazarı Salı günleri, Cuma günleri de daha küçük bir Pazar kuruluyormuş. Otlar ve mevsimiyse karadut özellikle tavsiye edilir.

Tire kolaj

20.05.2013

Bir iz bırak burada (Behzat Ç’nin ardından)


Bu yazının bu blogda işi ne, diye düşünebilirsiniz. Ama Behzat Ç’nin benim için önemli bir yeri var, dahası Ankara’yla özdeşleşen bir yanı var... O yüzden bir kenara not düşmek, unutmamak istedim.

8.04.2013

Kadıköy-Moda


Eski mahalleme güzelleme

Biraz özel bir yazı olacak belki; ama geçen gün yaptığım birkaç ekspres Kadıköy-Moda turundan sonra buralar hakkında yazmak geldi içimden.

Moda, benim eski mahallem. Senelerce İstanbul’a gelme hayaliyle yaşamış olan bir Ankaralı olarak üniversite yıllarımdan beri beni sarıp sarmalamış, bana İstanbul’u sevdirmiş ve ona yavaş yavaş alışmamı sağlamış ikinci evim. Tek başına yaşamayı ilk kez deneyimlediğim ve daha sonra evlendiğim yer burası.

Fahri bir Modalı olarak burada yıllar geçirdikten sonra bir sene önce yepyeni bir semte, bambaşka bir çevreye taşındım. Şimdiki evime alışsam ve yeni çevremi sevsem de, ne yalan söyleyeyim, Moda’yı bazen çok arıyorum; zaman zaman bir sebep yaratıp yine buralarda dolaşırken buluyorum kendimi. Alıştığım bazı ıvır zıvır yerler burada, tamamen kopmak kolay değil, zaten kopmak isteyen de yok! Ama bundan daha ilginci, buraya bir kere geldikten sonra hissettiklerim; sokaklarda yürümeye başladığımda ayaklarımın beni hep bir yerlere götürmeye başlaması. İşte bu uzayan, bir türlü bitmesin istediğim yürüyüşler sırasında daha derinden hissediyorum eski mahallemi ne kadar özlediğimi.

6.04.2013

Dresden: Saksonya'nın incisi

Dresden, 20.09.2012 
Berlin gezimiz sırasında bir günü günübirlik bir Dresden gezisine ayırmıştık. Dresden, Berlin'den trenle iki saat civarında ulaşılabilecek, mimari özellikleriyle öne çıkan güzel, kompakt bir şehir ve biz zaman ayırıp gördüğümüze çok memnun olduk. 

Dresden, bölünmüş Almanya'nın doğu kısmında kalan bir şehir; Elbe Nehri'nin kenarına kurulmuş ve Saksonya eyaletinin başkenti. En çok öne çıkan özelliği mimarisi ve 2.Dünya savaşı sırasında başına gelenler. Şehir savaş sırasında gerçek anlamda, tamamen yerle bir olmuşken, taş taş üstünde kalmamışken günümüzde binalara baktığınızda bu yıkım dolu tarihi hiç mi hiç hissetmiyorsunuz; çünkü tüm şehir eskisine uygun olarak baştan sona restore edilmiş. Şehrin savaş yıllarındaki fotoğraflarına baktığınızda inanamıyorsunuz; temellerine kadar bombalanmış önemli yapılar bugün baştan yapılmış olarak dimdik ayaktalar (örneğin Dresdner Frauenkirche). Dresden bombalamaları, 2.Dünya Savaşı'nın sonunda, 1945 yılında yapılmış ve tarihte tartışmalı bir yerleri varmış; çünkü Müttefiklerin zaten teslim olmaya çok yaklaşmış Nazilere ceza olarak burayı gereğinden yoğun şekilde bombaladıkları, şehri haritan silmeyi hedefledikleri ve çok büyük bir sivil nüfusun da bu bombalamalar sırasında öldürüldüğü söyleniyor.