17.11.2010

Viyana - 1

Viyana - Görkemli bir imparatorluk başkenti

Şaşaalı.

Bu, Viyana’da en sık kullandığım sözcük. Hiç dilimden düşmüyor, o kadar çok kullanıyorum ki Engin artık isyan ediyor. Ama ne yapayım; nereye baksam, nereye dönsem her yer, her şey şaşaalı! Şehir merkezindeki en uyduruk bina bile küçük bir saray gibi. Muhteşem yapılar, geniş bulvarlar, meydanlar, kocaman parklar, heykeller..

Viyana, eski bir imparatorluk başkenti olduğunu bağırıyor; aslında bağırmıyor da olgunluğu ve gelenekselliğiyle kibarca anlatıyor sanki. Duruşlarından belli, bu şehir de, insanları da geçmişten gelen güçlü bir geleneğin mirasçıları. Görmüş geçirmiş bir şehir, içinde de görmüş geçirmiş insanlar; çoğunun okuyan, müzik dinleyen, kültürlü insanlar oldukları her hallerinden belli.

Viyana’ya sanırım aşık oldum, sokaklara ilk adım attığımız andan Meidling’den trenle ayrılışımıza dek her anı bana keyif verdi. Herkes için aynı şey geçerli olur mu bilemem; ama tam benim zevkime göre bir yermiş burası.

Bir kere tarih.. Çocukluğumda izlediğim Sissi filmlerinin, Strauss valslerinin etkisiyle içimde 1800’lerin Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na gizli bir hayranlık var sanırım; bu yüzden Viyana’da mutluluktan uçarak, Habsburglarla pek ilgilenmeyen Engin’e heyecanla bir şeyler anlatıp durarak dolaşıyorum. Sonra, Viyana’da sanatın her türlüsünün en alası var. Burası müziğin başkenti. Burası güzel sanatlar cenneti. Müzeler, sergiler, konserler, istemediğiniz kadar, yetişemeyeceğiniz kadar, içlerinden seçmekte zorlanacağınız kadar çok etkinlik. Dahası, burası bir yeme içme cenneti, schnitzellerin, apfelstruddellerin, çılgın tatlıların, kahvelerin başkenti. Burası parkların, Noel marketlerinin de başkenti.

Şehrin ruhu

Viyana mağrur bir şehir; sakin, düzenli, biraz ciddi. Mekanlarda genelde yaş ortalaması yüksek. Koşuşturma yok, kaos yok. Garsonlar aceleye gelmiyor. Ulaşım rahat, sanki trafik yok gibi. Schwechat havalimanından şehir merkezine yakın Wien Mitte’ye 15 dakikada gelen trenler (CAT) indiğimiz THY uçağından kat kat konforlu. Burada ilk dakikadan itibaren medeniyetin nasıl bir şey olduğunu hissediyoruz.

İner inmez bizi önceden ayarladığımız taksi-transfer karşılıyor. Çat pat bir İngilizceyle otelimizin adresini soruyor, tarif ediyoruz. Tam anlamadığından şüphelenmiş olsa gerek, birini arıyor. “Abi, tamam buluştuk” demesiyle Viyana’daki hayatımızın Almanca bilmeden de çok kolay geçeceğini hemen anlıyoruz! Osmanlılar yıllar önce Viyana kapılarından dönseler de şimdiki Türkler onların intikamını alırcasına doldurmuş Viyana’yı. Her yerde Türkler; hem orada yaşayanlar, hem de turistler. Dönerciler gırla, sokaklarda kulağımıza devamlı Türkçe sözcükler çalınıyor.

Viyana’nın merkezi nispeten küçük bir yer; yürüyerek, metro ve tramvaylarla rahat rahat geziliyor.Bir de fiakerler var ki adları gibi çok fiyakalılar bu atlı arabalar; ama Viyana’daki çoğu şey gibi pahalılar.

Ringstrasse harika bir yer. Bir daireyi andıran eski şehir merkezini bir uçtan bir uca saran, halka formunda çok geniş bir bulvar. Burada eskiden Viyana’yı çevreleyen surlar varmış. 1850’lerde bu surlar yıkılıp yerine bu güzel bulvar ve üzerine de hepsi birbirinden ihtişamlı çeşitli hükümet binaları, müzeler ve sanat mekanları (ör.Staatsoper!) yaptırılmış. İnanılmaz bir planlama ve şehircilik örneği, hayran olmamak zor.

Staatsoper

Eski şehir keyif veren bir yer. Gotik Stephansdom ve çevresindeki binalar, kaldırım taşları, atlı arabalar, çikolatacılar, butikler, çok güzel kitapçılar, kaffeehaus’lar,.. Yılbaşı için süslenmiş avizeleriyle Graben caddesi, alışveriş için Kärtnerstrasse..

Viyana’da akşam. Her yer ışıl ışıl. Binalar ayrı güzel, ayrı görkemli görünüyor. Tramvaya binip Ringstrasse etrafında kısa bir tur atmak, mutlaka Rathausplatz’ı görmek gerekli.

Viyana’da haftasonu, özellikle Viyana’da Pazar günü akşam. Nerede bu insanlar? Burası sanki bir ölü bir şehre dönüşüyor, her yer kapalı. Alışverişin kalbi Mariahilferstrasse’de bir şişe su almak için yürüdükçe yürüyoruz, en sonunda çareyi yine bir dönercide buluyoruz! Haftasonları her yer kapı duvar; İstanbul’da yaşayan ve İstiklal’e, Cadde’ye, alışveriş merkezlerine alışmış birinin bu düzene ayak uydurması imkansız!

Müzik

Her yerde müzik. Başrolde müzik.

Tüm turistik mekanların dışında pelerinli, kostümlü kişiler gelip klasik müzik konser bileti satmaya çalışıyorlar; ama bunlar Mozart çikolataları gibi biraz fazla turistik duruyor. Biz tercihimizi Viyana’nın olmazsa olmazları Musikverein ve Staatsoper’den yana kullanıyoruz; ama Viyana’da konu müzik olunca seçenekler envai çeşit.

Staatsoper - devlet operası- muhteşem bir bina, içi de bir o kadar görkemli. İnsanlar şık; ama beklediğimiz gibi tuvaletler ve smokinler fazla yok. Biletler pahalı. Biz üstte ve sahneyi biraz yandan gören localardan birinde oturuyoruz. Ama yaptığımız aile ekonomisinin sonucunda kabak Engin’in başına patlıyor: Madame Butterfly sahnenin ortasında değil, sol tarafında intihar etmeyi seçtiğinden Engin ne yazık ki Butterfly’ın ölümüne şahit olamıyor! Locanın duvarında her koltuk için minik lcd ekranlar var; buradan Almanca veya İngilizce seçeneğiyle librettoyu takip edebilmek çok güzel. Aralarda herkes fuayeye çıkıp köpüklü şarap içiyor, sanırım bu da bir Viyana geleneği.

Staatsoper fuaye

Bahsetmesem olmaz, Staatsoper’in bilet gişesinde hayran olunası bir adam var, kaç dil konuşuyor bilemedim. Kim gelse onun dilinden şakımaya başlıyor. Almanca, İngilizce, İspanyolca, hepsi çok akıcı. Bir de binanın giriş katında çok güzel bir dükkan var, zengin bir klasik müzik koleksiyonuna sahip.

Musikverein, çocukluğumuzda Hikmet Şimşek’in sunduğu Pazar konserlerinin jeneriğinde çıkan o şaşaalı (!) konser salonu. Burada yeni yıl konseri ayrı bir ritüelmiş. Tavanı altın yaldızlı, süslü püslü, akustik iyi. İlk gün yol yorgunu gittiğimiz konser bizi bayağı zorlasa da denk gelirse bence bu konser salonu görmeye kesinlikle değer. Biletler acayip pahalı, öyle böyle değil. Keşke biletler bu kadar pahalı olmasaydı da daha güzel bir yerde oturabilseydik diye düşünüyorum konser boyunca.Etkinlikler..

Viyana bir güzel sanatlar cenneti. Ne ararsanız var. Muhteşem müzeleri geçiyorum zaten, ama geçici sergilerden de birkaç örnek vermek istiyorum ki Viyana’da ne kadar farklı tarzlardan ne kadar çok etkinliğin aynı anda devam ettiğine kanıt olsun:

Bir afiş

  • Picasso: Peace and Freedom - Albertina
  • Michelangelo: The Drawings of a Genius - Albertina
  • Frida Kahlo Retrospective - Bank Austria Kunstforum (Bilgi verici notlarla harika bir sergiydi!)
  • Rodin and Vienna – Belvedere
  • Cézanne, Picasso, Giacometti - Masterpieces from the Fondation Beyeler – Leopold Museum
  • Body Worlds of Animals – von Hagens - Vienna Natural History Museum
  • The Gold of the Inca - Novomatic Forum

Aynı şey müzik için de tabii ki geçerli, ve bahsettiğim sadece klasik müzik değil.


--> Viyana - 2



Viyana - 2

Habsburglar!

Habsburg hanedanının izlerine rastlamadan Viyana’da dolaşmak mümkün değil. Tarihle hiç ilgisi olmayan biri bile Viyana’ya gitmeden önce bence şu üç ismi öğrenmeli: Maria Theresia, Franz Joseph ve karısı Elizabeth (nam-ı diğer Sisi).

Maria Theresia, Habsburgların Queen Victoria’sı. Güçlü bir kadın hükümdar, uzun yıllar hüküm sürmüş ve pek çok reform yapmış. Devlet işlerinden kalan zamanlarında da 16 çocuk doğurmuş (!), ki bunlardan biri de meşhur Marie Antoinette. Franz Joseph, tarihi kişiliğinin ötesinde belki de Viyana’yı bugünkü Viyana yapan kişi, Ringstrasse onun eseri. Karısı meşhur Sisi ise bence 19. Yüzyılın Prenses Diana’sı. Başına buyruk bir Bavyera prensesiyken imparatoriçe olan; ama bir türlü mutlu olamayan güzel ama mahzun bir kadın. Hofburg sarayında Sisi’nin daireleri ilginç; daha o yıllarda kullandığı jimnastik aletleri (içlerinde barfiks bile var!), masaj yatakları, özel banyosu, Rapunzel’i andıran saçları için bakım yaptığı kısımlar görülebilir. Zavallı Franz Joseph sabah 4’te kalkıp geceye kadar küçücük bir odada çalışıp yine aynı odada uyurken saçlarını yıkama ritüelinin bile bir gün sürdüğü rivayet edilen Sisi’nin daireleri sarayın neredeyse yarısına yayılmış!

Hofmobiliendepot'da Sisi ve Franz Joseph

Hofburg Sarayı’nı gezerken Habsburg tarihinin içindeki ilginç bazı detayları dinlemek mümkün. Özellikle Habsburgların yeme içme gelenekleri çok matrak. Başta sıkıcı olur diye düşündüğümüz kısımlar audioguide ile renkleniyor. Sarayda onlarca yemek takımı var ve bir yerden bir yere giderken bunlar da kraliyet ailesiyle birlikte seyahat ediyorlarmış! (Bana seyahat ederken hiç pratik olmadığımı söyleyen annemin dikkatine!) Yemek takımı deyip geçmemek lazım, bunlar ülke ekonomisi için bile önem arz ediyor; zira savaş zamanında devlet zorda kalırsa çatal bıçak takımları eritilip para basılıyormuş! Bu arada yemek takımlarının 12’nin katları olarak yapılmasının son yemek ve 12 havariyle ilişkili olduğunu da burada öğrendim.

Daha önce pek bilmediğim bir başka detay da peçete katlamacılığı. Bu, sembolik önemi olan bir ritüel. Kimisi sır gibi saklanan ve çok az kişinin bildiği belli peçete modelleri var, örneğin Franz Joseph’in böyle bir modeli var. Hep ritüeller, hep detaylar.. Bu geleneğin günümüze uyarlanmış örneklerini içeren bir sergi olduğunu öğreniyorum, okuyunca ilginç geliyor ve Engin’i resmen sürüklüyorum; ama günün sonunda ikimiz de bayılıyoruz bu sergiye, bir türlü çıkamıyoruz. Kullandıkları peçete kağıt peçetelerden biraz daha sert, ama yine de kolaylıkla formu bozulabilecek bir malzeme. Bununla origami figürleri gibi çeşit çeşit hayvanlar, desenler yapmışlar, örneğin bunlardan biri yaklaşık 5 metre uzunluğunda bir yılan! Sergi çıkışında interaktif katlama pratiği yapmayı da ihmal etmiyoruz tabii.

Saraylar.. Müzeler..

Viyana tam bir müzeler cenneti. Dört günde kaç müze gezdik bilmiyorum. Her şeyin müzesi var; klasik resimden Freud’a, müzikten ölüm müzesine kadar. Müzelerin değişik bir kombine bilet sistemi var. Hem ViennaCard’la indirimli bilet almak mümkün, hem de birden çok müzenin birleşerek çıkardığı kombine biletlerle çeşitli avantajlar elde edilebiliyor. Gitmeden önce biraz araştırmak fark yaratıyor; çünkü müze girişleri gerçekten pahalı.

Kunsthistorisches Museum

Birkaç önemli müzeden bahsetmek gerekirse, sanırım açılışı Kunsthistoriches Museum hak eder. Bu müzenin binası da ismi gibi upuzun. O ne biçim bir binadır, başı sonu belli değil, insanı afallatıyor. Daha müzeye girmeden binanın kendisi ayrı bir sanat eseri. İçi ise abartılı derecede süslü, tavanlar, avizeler, mermer şekilli zeminler, sütunlar, heykeller.. Zamanımız bu devasa müzenin sadece bir kısmını oluşturan resim galerisini turlamaya yetiyor. Klasik resimle pek arası olmayan ben burada şaşıp kalıyorum; çünkü çoğu eseri bir yerden gözüm ısırıyor.. Sonra fark ediyorum ki eskiden kalma ArtMemo isimli hafıza oyunundaki meşhur tabloların neredeyse yarısının orijinalleri meğer buradaymış! Önceden çok fazla bilmediğim Bruegel (the Elder)’i bir kenara not ediyorum, özellikle tablolarındaki canlı renkler etkileyici. Çıkışta yine süper bir müze dükkanı var, posterler, kartpostallar, sanat kitapları, hediyelik eşyalar ve en güzeli, çocuklar için olağanüstü kitaplar. Bir gün çocuğum olursa buradaki kitapların hepsini alacağım valla, o beğenmezse ben okurum!

Hofburg avlu

Saraylara gelince.. Hofburg Sarayı dağınık bir kompleks gibi. Hazine dairesi (Schatzkammer) müthiş. En başta biraz sıkılacağımızı düşündüğümüz yemek takımları ve gümüşler müzesi ve kraliyet daireleri Habsburg hanedanına en ufak ilgisi olanlar için kesinlikle kaçırılmamalı. Tek gezmediğimiz kısım Spanish Riding School idi (ki burayla ilgili küçük bir not, buradaki bembeyaz Lipizzaner atları belli bir yaşa kadar farklı bir renkte olup daha sonra renk değiştiriyorlarmış!) Sarayın en yeni kanadı olan Neuburg ise kendi başına ihtişamlı bir bina.

Neuburg

Versailles Sarayı’ndan esinlenmiş yazlık Schönbrunn, müze olarak Hofburg’dan sonra biraz sönük kalıyor, çoğu şey birbirini tekrar ediyor sanki. Güzel havada gidilirse bahçesinde zaman geçirilebilir; biz sarı yapraklar üzerinde kısa bir yürüyüş yapmakla yetindik.

The Kiss-Klimt

Secession.. Bu acayip kelime de Viyana’da hep karşımıza çıkıyor. Viyana’da filizlenen bu sanat akımının öncüsü Klimt ve onunla birlikte yeni öğrendiğimiz isimlerden bazıları da Schiele, Kokochska, Oppenheimer.

Bir de Hundertwasser var ki es geçmeyelim. Bu ressam ve mimarın tüm eserleri rengarenk ve doğadan esinlenmiş formlarla dolu. Viyana’da Barcelona’ya gelmiş gibi oluyor insan. Hundertwasser’in farklı şehirlerde tasarladığı çok ilginç binaları da var, örneğin çok değişik bir fabrika! Benim gibi önceden duymadıysanız mutlaka internetten görsellerini aratın ki içiniz açılsın!!
Gezdiklerimiz içinde belki tek tavsiye etmeyeceğim müze, Haus der Musik. Londra’da gördüklerime benzer, çocuklar için yapılmış ama bir yetişkinin de hayran kalıp saatlerce eğlenebileceği müzelere benzer bir şey bekliyordum; ama burası tam bir hayalkırıklığı. Sadece çıkışa yakın bir orkestra şefi simülasyonu var ki bir Fransız çiftle bu oyunu paylaşamıyoruz, çocuklar gibi birbirimizin başında bekleyip sırayla defalarca oynamamıza rağmen işin sırrını da bir türlü çözemiyoruz. Neyse, benzeri Wii Music’te var, kesinlikle zaman harcamaya değmez.

--> Viyana - 3

Viyana - 3

Havada Noel kokusu var

Neden bilmem, Viyana benim için kışla özdeşleşen bir şehir. Müzik sezonunun açık olduğu, ağır tatlıların yenilip sıcacık kahvelerin içildiği, bohem atkıların boyunlara dolandığı bir vakit sanki buralara daha uygun düşer. Viyana’yı görmeden önce böyle bir Viyana resmi var aklımda. İşte bu resim, Rathausplatz’ı gördüğümde tamamlanıyor! Burada bir tek kar eksik, ama kurulan Noel pazarıyla birlikte başka bir şey aramaya gerek yok!

Neogotik Rathaus (belediye binası) önüne dev bir çam ağacı kurup hem onu hem de çevredeki pek çok ağacı çok zarif bir şekilde ışıklandırmışlar. Rathaus önündeki meydana da ahşap kulübecikler dizili, içlerinde minik dükkanlar, süsler, ışıklar, şekerler, pastalar, sosisler.. Her yer sıcak şarap kokuyor. Burası insana çocuksu bir neşe aşılıyor, büyülü bir yer. Mıknatıs gibi beni kendine çekiyor, abartmıyorum her gün Rathausplatz’a uğramadan duramıyorum.

Rathausplatz

Rathausplatz’taki gibi olmasa da şehirde onlarca başka Noel pazarına rastlıyoruz. Nerede bir meydan varsa hemen ahşap kulübecikler konduruluyor, bir iki stant, biraz sıcak şarap, ve şipşak Noel havası tamamdır. Bir de Spittelberg var ki, bizim otelin resmen arkasında. Burası aslında küçük bir sokaktan ibaret; ama kendine has bir havası var. Stantlarda biraz daha ince iş hediyelikler satılıyor. Rathaus’a göre çok daha küçük ve az kalabalık, butik bir yer.

Naschmarkt

Noel pazarları dışında, şehir merkezinde kalıcı pazar yerleri de var. En büyükleri Naschmarkt. Ben Barcelona’daki La Boqueria tarzı bir yer bekliyordum, oysa burası uzun bir cadde gibi, bir kısmı sebze meyve iken çoğunluğu küçük cafe ve büfelerden oluşuyor. Hohermarkt yakınında saat başı figürlerin yürüyüş yaptığı antik bir saat var (Anker Uhr); ama özellikle Prag’daki astronomik saati gördüyseniz buradakinin çok bir numarası yok. En fazla Maria Theresia’yı, II. Maximilian’ı falan görüp tanıyor, sonra da Viyana’da kala kala kimlerin size aşina gelmeye başladığına şaşırıyorsunuz, o kadar!

Anker Uhr-Hohermarkt

Yeme-içme konusu

O kadar çok yedik ki anlatamam. Burada porsiyonlar kallavi.

Viyana’nın kendine has bir mutfağı var. Dikkat, Avusturya mutfağı değil, Viyana mutfağı diyorum, bu detay önemli. Et, et suyu, patates ve çeşitli kök sebzeler üstüne kurulu bir mutfak, çoğu emperyal yemekler. Schnitzeli zaten geçiyorum, onun dışında Tafelspitz, harika çorbalar, beef tartar, beef jelly.. Macar mutfağından gulaş.. Ekmekler ve tereyağları da genel olarak çok lezzetli.

Tatlılar ise ayrı bir hikaye. Denenecek onlarca pasta. Apfelstrudel desen ekmek gibi, zaten her yerde var. Onun dışında dünyaca ünlü Sachertorte, orman meyveli pastalar, Topfenstrudel, Franz Joseph’in yer gün yediği Gugelhupf (bizim kakaolu kek) ve daha niceleri.. Tarihi Cafe Demel’deki pasta yapım atölyesi bu açıdan ilginç. Burası bir klasik, Markiz pastanesi gibi bir yer; ama tek farkla: daha bile eski olmasına rağmen Demel dimdik ayakta, kimse burayı Robert’s Cafe’ye çevirmeyi düşünmemiş nedense!

Tabii ki bira.. Ottakringer bir Viyana birası ve Viyanalılar bunu çok sahipleniyor, yabancı bira markalarına pek hoş bakmıyorlar. Birkaç kez şarap da içtik, Blaufränkisch kırmızı ve Vetliner beyaz şarap olarak fena değildi. Bir de yemeklerden sonra schnapps içiliyor.

Cafe Demel

Kaffeehaus kültürü Viyana yaşamında çok önemli bir yer tutuyor. Klasikleşmiş onlarca mekan var. Burada çeşit çeşit kahve seçenekleri sunuluyor: Küçüğü büyüğü, kremalısı, sütlüsü, alkollüsü, yok şöylesi, yok böylesi..

Ve asla unutulmaması gereken bir konu: sosisler! Noel marketinde onlarca çeşidi satılan, kimi ekmek arası, kimi tek başına, kimi bir kova sarımsak suyuna batırılmış fırçalarla tatlandırılan, birbirinden lezzetli sosisler. Kısaca: Mmm.

Otel

Hotel Viennart, gençlerin uğrak semti Museumsquartier’de bulunan sade, basit ama iyi bir otel. Yeri merkeze yakın, metroya yakın, Mariahilfer Strasse’ye yakın. Servis iyi, odalar kullanışlı, fiyatları hesaplı. Kısacası biz çok memnun kaldık, çok afili bir şey aramayanlara tavsiye ederim.

Sonbaharda Schönbrunn


Viyana - not defterimden..

Viyana'da gittiğimiz yerlerle ilgili kısa notlarımı aşağıda bulabilirsiniz. Bu sefer yazı bütünlüğünü bozmamak ama detayları da atlamamak için bu şekilde ayırdım.