27.08.2011

vogue: manzaraya karşı şık bir akşam yemeği..

Yaz akşamları güzel manzaralı bir yerde şık bir yemek için küçük bir tavsiye..

Vogue, Doors grubunun BJK Plaza'nın çatısında işlettiği ve özel gecelerde gidilebilecek şık bir lokanta. Özellikle yaz geceleri terasın ilk sırasındaki masalarına oturursanız ayaklarınızın altında uzanan ışıl ışıl İstanbul'u hülyalı bir seyre dalıyor, kendinizi şehrin hakimi gibi hissediyorsunuz. Dolmabahçe Sarayı, eski yarımada, Boğaz köprüsü.. hemen aşağıdaysa ışıl ışıl bir gerdanlık gibi kıvrılmış Akaretler..

Terasın çevresi camla kaplı. Bu durum manzarayı biraz kısıtlıyor gibi görünse de çok rüzgarlı gecelerde gerçek bir kurtarıcıya dönüşüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde ışıklar kırmızıya dönerek farklı bir ambiyans ortaya çıkıyor (efendim, kimileri beğenmese de bence çok güzel!!)

Yemekler elbette pahalı. Burada güzel bir kadeh şarap ve sushi bence yapılabilecek en iyi seçim. Üzerine de hepsi birbirinden lezzetli tatlılardan biri. Benim favorim ise ılık kestaneli kek, yanında hindistancevizli dondurma..


17.08.2011

şirinlerin köyü gibi bir yer: macahel..

- Haftaya tatile çıkıyoruz.
- Aa nereye? Bodrum-Çeşme?
- Artvin’e.
- (kısa duraksama, sonra mantıklı açıklama bulunur) Oralısınız herhalde?
- Yoo, alakası yok. Gezmeye gidiyoruz. Yaylaya.
- Hmm, ne güzel. Rize, Trabzon da var mı? Sümela, Uzungöl?
- Yoo, sadece Artvin’e gidiyoruz. Macahel’e.
- Macahel?
- Evet, seviyoruz biz Karadeniz’i.
- Hmm, ne güzel. (?! Anlaşıldı, başka konu açma zamanı gelmiştir!)

Bu yaz tatile çıkarken kaç kişiyle bu muhabbeti yaptım hatırlamıyorum. Herkesin beni Artvinli sanması komiğime gitti, o yüzden bu yazıya böyle başlamalıyım sanırım. (not: Handecim, senden daha fazla Artvinli sayılırım artık, ne dersin??)

İtalya’dan sonra araya kırk bin tane şey girdi, işler çok yoğundu, falan filan.. Yazamadım, şimdilik bir kenara koydum İtalya’yı. Neyse sonra tatil zamanı geldi, kafa boşaltmaya çok ihtiyaç duyduğum bir dönemde Karadeniz’e attık kendimizi.

“8 tane HES yapılacak, bozulmadan görülmesi gereken bölge..” diye etraftan duya duya Macahel’e gitmeyi geçen sene kafaya koymuştum ben aslında. Macahel, UNESCO’nun 2005 yılında Dünya Biyosfer Rezerv alanı olarak tanımladığı Türkiye’deki ilk ve bildiğim kadarıyla tek bölge. Burası dağlarla çevrili, kapalı, özel bir bölge; Türkiye ve Gürcistan sınırında, yağmur ormanlarına benzeyen yemyeşil, bozulmamış bir vadi. 18 köyden oluşuyor, bunların 12’si Gürcistan, 6’sı Türkiye’de (Camili-Düzenli-Efeler-Kayalar-Maral-Uğur). Bu ayrım, 1920lerdeki bir referandumdan sonra yapılmış, referandumla hangi köylerin Türkiye hangi köylerin Gürcistan tarafında kalacağı belirlenmiş ve bundan sonra da bir nüfus mübadelesi yaşanmış. Ama komşu kültürlerin hepsinde olduğu gibi sonradan yapılma siyasi sınırları unutursak, Macahel'in bu iki kısmında yemeğinden müziğine, dansından diline her şey ortak.

Kayboldum yeşillerin arasında

Macahel’i özel yapan en temel özellik, ulaşımın zor olması. Burası kışın 6 ay kar altında ve bağlı olduğu Borçka’yla her türlü ilişkisi kesiliyor. Yaşam zor, ulaşım zor, işte belki de bu yüzden insanları neşeli ve hayata karşı sabırlı, doğası da bozulmamış. Burada Kafkas arısı denen özel bir arı türü yaşıyor; kapalı bir bölge oluşundan dolayı bu saf bir ırk ve ürettiği bal, Macahel’in en önemli gelir kaynaklarından biri. Buraya yol gelmesi durumunda etkilerinin nasıl olacağını tahmin etmek çok zor değil. Bizim seyahat ettiğimiz dönemde Danıştay birkaç HES projesinin yürütmesini durdurmuştu; ama ileride ne olacağı bilinmez tabii. Bu yüzden biz Macahel toz toprak içindeki bir şantiyeyi andıran Borçka’ya dönüşmeden önce dünya gözüyle görmek istedik.

Engin'den sanatsal bir çalışma

Macahel, gerçekten yemyeşil bir yer. Geçen sene gittiğimiz çoğu yüksek ama çıplak yayladan sonra burada bizi çok yoğun bir orman dokusu karşıladı. İçinde her tür ağaç, mantarlar, çiçekler, kelebekler, kertenkeleler.. Ama mevsim olarak yaz bence buralara pek uygun değil, çok nemli, çok sinekli-böcekli bir mevsim olduğunu söyleyebilirim. Ekim'in çok daha uygun olduğunu söyledi herkes bize. Buradaki dağ meyveleri Rize'ye göre 1-2 hafta geç olgunlaşıyormuş, geçen sene Rize'de bol bol yediğimiz yabanmersinleri burada henüz yemyeşildi..

Buraların sakinleri sağlıklı, uzun yaşayan, neşeli görünen insanlar. Yörenin zor doğasından olsa gerek, bir topluluk olarak da gerçek bir dayanışma içindeler. Hayat Bilgisi dersinde bize anlatılan imece kavramı burada hayatın içindeymiş, bize anlatılanlara göre. Koro şeklinde söyledikleri şarkılarını (Macahela yaşlılar korosu çok sevimli) ve Kafkas danslarını andıran bol sarsıntılı (!) ve eğlenceli danslarını ben çok sevdim. Yemeklere gelince, genelde sebze yemekleri, tabii ki bol bol karalahana, fasülye ve mısır. Neredeyse hiç et yemiyorlar. Bir de sevdiğim bir spesiyalite: Gürcü mantısı silor..

Muhteşem manzara

Macahel'le ilgili biraz daha fazla bilgi almak isterseniz iki video: 30 dakikalık mini bir Macahel belgeseli ve Macahela yaşlılar korosundan yerel danslar eşliğinde bir şarkı.

Engin ve keçisi

Bizim gezimize dönersek, adresimiz yine Bukla. Galiba Bukla müdavimleri onu bir tur şirketi olarak algılamıyor; bu gezide hem kendimde hem de çevremdekilerde bunu fark ettim. Müşteri-rehber ilişkisinden çok, birlikte gezmeye çıkmış aile üyeleri/tanıdıklar gibi bir ortam var. Bunu en çok Trabzon havaalanındaki karşılamada hissettim ben. “Aa Alp”, “Necip abi, naber?”, “Oberjde havalar nasıl?”, “Koray nerede, Koray?!” muhabbetleriyle süslenen, resmen büyük bir aile buluşması gibi sahneler yaşanıyor.

Fiko

Bizim bu seferki rehberlerimiz Artvinli Osman (ki kendisiyle tabu veya sinema oyunu oynanması tavsiye edilmez, size "10 dakika sonra oradayız" derse asla ve asla inanmayın ve çalıların arkasından fırlayıp sizi orada burada korkutmaya çalışması konusunda da dikkatli olun!!), ve Semih idi – ki kendisini özellikle derelerdeki kurtarıcımız olarak tanıtabilirim. Bir de dillere destan Fiko var, ki kendisi şoförlüğünün yanı sıra, elleri üzerinde yürümesi, dans gecelerinde parende atması, canı sıkıldığında ağaçların tepelerine tırmanıp budama yapmasıyla ünlü..

Bir de grubumuzdan bahsetmeliyim tabii.. Ben uzun zamandır bu kadar eğlenceli ve uyumlu bir tur grubu görmedim; gruptaki herkesi ayrı ayrı sevdim, ilk günden son güne kadar grup içinde en ufak bir gerginlik olmadı, kimse kimseyle dalaşmadı, huysuzluk yapmadı. Dere tepe yürüdük (kelimenin tam anlamıyla), doya doya gezdik ve birlikte çok eğlendik. Derelerde yaptığımız yüzme denemeleri sırasında beni akıntıya kapılıp Karadeniz’e doğru sürüklenmekten her seferinde kurtaran hoşsohbet Nursen hanım, o zorlu Maçahel inişinden sonra diz ağrılarımızı dindirmek için yaptığımız geri geri yürüyüşlere (!) önderlik ederek yörede yeni bir akım başlatan Nuri bey, olaylı kız kaçırma dansındaki kader ortaklarım: kelimenin tam anlamıyla uçan kuştan korkan Burcu ve kaçırılma esnasında kafa kafaya verdiğimiz (!!) Banu, güleryüzlü eski uzunyol kaptanımız Ömer bey, acayip bir özveriyle sürekli fotoğraf çeken ve hepimizle paylaşan Ercan, yürüyüşlerde genelde başı çeken, rahat ve sportif Tülay, tüm yürüyüşlere katılmasalar da her daim güleryüzlü ve pozitif olan İzmirli ikilimiz Elvan ve Derya (özellikle tabu sırasında Osman'ın çileden çıkardığı Semih'i sakinleştirme çabalarını unutamıyorum) ile bol fotoğraflı, bol anılı bir hafta geçirdik birlikte.. Alttaki güzel fotoğraf Ercan'a ait.


Kısaca gezi planımıza gelince:

- Borçka, Şavşat merkez (geceleme: Laşet Pansiyon)
- Şavşat Karagöl, Şavşat köyleri, Tibet kilisesi, İndazvinda, Nahorav yaylası- Geri dönüşte çok zorlu bir iniş yaptık, çünkü patika kaybolmuştu (geceleme: Lekoban yaylası- bir yayla evinde Fiko'nun abisinin yanında kalıp sabah taze sağılmış inek sütü içeren köy kahvaltısı!!)
- Fındık yaylası, Cugat vadisi, Macahel'e iniş, Macahel (geceleme: Deda Ena pansiyon)
- Maral Şelalesi, eski cami, dereler
- Gorgit yaylası
- Macahel vadisinde dere kenarında mangal ve yüzme molası!
- Borçka Karagöl (bu geziyle birlikte buraya üçüncü gidişim bu, burası yakında Türkiye’de en sık gittiğim yerler arasına girecek neredeyse!!) ve dönüş yolunda Fırtına deresinde rafting

Macahel kolaj: Şavşat Karagöl, Deda Ena Pansiyon'dan manzara, Gorgit yaylası, Fındık yaylası

Maral Şelalesi

Bu geziye eşlik eden bazı önemli kareler: Z harfi gibi dimdik tırmanan dağ yollarında, uçurum kenarlarında Fiko'nun minibüsü son derece rahat bir şekilde geri geri sürmesi, önceleri çığlık çığlığa izlesek de bir yerden sonra geri geri gitmenin bize düz gitmekten daha doğal gelmeye başlaması, Macahellilerin bu zor yollarda "Merhaba canum benum" diyerek birbirlerine yol verip durması, 60-70 yaşlarında olmasına rağmen dinçliğiyle bizi tüm patikalarda sollayan dağ keçisi benzeri o şemsiyeli amca, Şavşat'ta peşimize takılan ve önünden koşarak kaçmaya çalışırken düşmeme sebep olan o siyah keçi, Gorgit yaylasında kat kat giyinmemize rağmen bizi delik deşik eden canavar sivrisinekler, herkesin bize ballandıra ballandıra anlattığı ama hiç karşımıza çıkmayan ayılar!.. Sonra.. Sabahları horoz sesiyle uyanmak!.. Sonra.. Engin’in Maral şelalesinde yüzerken alyansını düşürüp daha sonra onu kayaların üstünde “Where is my preciousss?” diye inleyen Gollum gibi arayıp durması ve tabii bulamaması.. İlk gece Şavşat’ta yaptığımız gece yürüyüşü sırasında beni çarpan o muhteşem yıldız denizi ve hayatımda ilk kez gördüğüm ateş böcekleri..

Ayağımda çamurlu botlar, elimde binbir çeşmeden, dereden akan sularla doldurup durduğum şişe, kafamda puşi, kollarımda bacaklarımda yaralar, çizikler, ve böcek ısırıkları.. Ben halimden memnunum, burada herşeyden uzakta sakin ve huzurluyum.. Karadeniz'de yeniden yenilendim.. Ve hepsinin sonunda, Fiko’yu taklit ederek söylemeye çalıştığımız o şenlikli nidadaki gibi hissediyorum: “Yihuuu!”

ekip.. (Tülay İdil'in objektifinden)