27.09.2013

İsviçre-Fransa arasında harika bir mola


Dağları, gölleri, ormanları, şirin kasabalarıyla her köşesi kartpostala benzeyen bir yerlerdeyiz. Buralarda başrolde huzur var.

İtiraf etmek gerekirse, daha önceleri, görmediğim büyük Avrupa şehirleriyle karşılaştırınca, fikir olarak beni çok da fazla çekmezdi bu tarz yerler. Artık yaşlandığım için mi, doğayla iç içe olma özlemini çok daha derinden hissettiğim; İstanbul’dan, işten güçten ve genel olarak Türkiye’den çok yorulduğumu hissettiğim için midir nedir, özellikle şimdi İsviçre’yi ziyaret etmek çok iyi geldi bana. Daha bu yaştan emeklilik hayalleri kurmaya başladım sanırım ve buralar bu hayaller için biçilmiş kaftan! (Bir tek standart hayallerdeki balık tutma kısmı için hakkımı saklı tutuyorum; bu aktivite için çok genç hissediyorum, hâlâ!)

Seneler önce Barış çok ısrar etse de ayarlayamamış, onu Neuchâtel’de bir türlü ziyaret edememiştik. Bu sene ise Engin’in kuzeni Kerim’in düğünü bu kısa İsviçre gezimize vesile oldu; bir de üstüne çok sevgili dostlarımız Ongun ve Ayşegül’ün nazik daveti ve gezi boyunca hiç bozmayan güzel havalar da eklenince çok güzel, dolu dolu dört gün geçirdik buralarda.

Ayşegül ve Ongun sayesinde bu gezide elimizi sıcak sudan soğuk suya sokmadık diyebilirim. Şöyle anlatayım (abartısız): Tüm gezi planlarımız önceden yapılmış, tüm tüyolar verilmiş.. Kocaman bahçeli harika bir evde kalıyoruz.. Evde olduğumuzda ördekli akşam yemekleri, sabah kruvasanlı kahvaltılar.. Engin’le yalnız gezeceğimiz günler için kapının önünde full depo bir araba, gezilecek tüm noktaların işaretlenmiş olduğu navigasyon cihazı, haritalar.. Haftasonu hep birlikte çevre şehirlere geziler, birlikte yenen güzel yemekler, sohbetler, tüm yorgunluğun üstüne akşam eve dönünce şömine yakılıyor falan.. Ayşegül dönüş günü bizi havaalanında pasaport kontrol noktasına kadar bırakarak son noktayı koydu! Böyle ev sahiplerine can kurban, nasıl teşekkür etsek azdır..

Düğün kısmına gelince, onu ayrıca anlatacağım.

Genel izlenimler

İsviçre’ye ayak basar basmaz düşündüm; ülkeyle özdeşleşen ve insanın hemen aklına gelen ne kadar çok sembol var: Çikolata, saat, çakı, banka, fondü, dağcılık, kayak, St Bernard köpekleri, inekler, çan.. Kesinlikle marka değeri yüksek bir ülke burası!

Bu gezide İsviçre’nin Fransızca konuşulan kısmında, Leman Gölü çevresindeydik. Ama gezimiz İsviçre’yle sınırlı kalmadı; defalarca Fransa’ya da geçtik, çevredeki birkaç küçük kasabayı ziyaret ettik. İsviçre’de hayat pahalı olduğu için sınıra yakın oturanlar genellikle alışverişlerini Fransa tarafından yapıyorlarmış. Arada gerçek anlamda bir sınır kapısı olmadığı için fark etmeden bir ülkeden diğerine geçiveriyorsunuz; benim İsviçre’de mi Fransa’da mı olduğumu düşünmek zorunda kaldığım çok oldu. Bize bir İsviçre bir Fransa için “hoş geldin beş gittin, konsolosluk şurada” mesajları gönderen Turkcell ise gezi boyunca helak oldu!

İkimizin gezdiği günler şoförlüğü Engin yaptı, Tomtom sağ olsun bizi gezdirdi ama yanlış yollara sapıp yolları değiştirdiğimiz, tekrar tekrar hesaplattığımız da çok oldu.

Burada çoğu şeyin merkezinde dağlar ve göller var. Leman büyük bir göl ve çevresinde çok fazla irili ufaklı yerleşim merkezi var. Göl kenarında yürüyüş yapmak için seyirlik yollar, plajlar- belli kısımlarda güneşlenmek için yan yana dizilmiş tek kişilik, dar, tahta iskeleler ve bazı yerlerde de su sporları için alanlar var. Ana birkaç şehir arasında vapurla ulaşım mümkün. Bir de anladığım kadarıyla İsviçreliler fıskiyeleri çok seviyorlar, her yer fıskiye dolu; ama bizim alışık olduklarımızın aksine, onlar yüksek debiyle epey yükseğe dimdik yükselen fişkiyeleri (!) tercih ediyorlar!
Cenevre * Leman Gölü kıyısı
İsviçrelilerle ilgili genel izlenimim çok olumlu- yıllar öncesinden tanıdığım İsviçrelilerde gözlemlediğim genel özellik kolay iletişim kurulan, sade, doğal ve çok sportif insanlar olmalarıydı. Sportiflik gerçekten inanılmaz boyutlarda; gencinden yaşlısına buralarda kimse yan gelip yatmıyor; bisiklet, koşu, hiking, kayak, paten, yamaç paraşütü, binicilik… ne ararsanız fazlasıyla var ve gerçekten takdir edilesi.

Cenevre

Gezimizin ana durağı Cenevre, göl kenarına kurulmuş nizami bir Avrupa şehri. Uluslararası bir finans ve iş merkezi ve Birleşmiş Milletlerin de içinde olduğu önemli organizasyonların merkezlerine de ev sahipliği yapıyor. Biz bu gezide ilk olarak burayı gördüğümüz için genel olarak beğendik ve burayı çok güzel ve estetik bulmayan Ongunlara önceleri çok katılmadık; ama sonraki günlerde gördüğümüz diğer şehir ve kasabalarla göreceli bir değerlendirme yapınca onlara hak verdik doğrusu.

Nations
Cenevre’yi yaklaşık yarım günde gezdik. Havaalanından çıkarken tek seferlik bedava bilet alabiliyorsunuz, belli bir zaman limiti içinde toplu ulaşımla şehirde istediğiniz yere gitmeniz mümkün. Biz ilk önce havaalanına yakın olan Nations tarafına yöneldik. Birleşmiş Milletler’in ana binasını sadece turla görmek mümkün olduğu ve saati denk getiremediğimiz için içeri girmeyip çevresinde hızlı bir tur attık ve dünyadaki kara mayını kurbanlarını simgeleyen kırık bacaklı dev tahta sandalyeye ve onun altında sürekli yapılan protesto gösterilerine göz atıp şehir merkezine geçtik.

Gar Cornavin’den yürüyerek göl kenarına çıktık, Cenevre’de suikaste kurban giden Sisi’nin heykelini (bkz. diğer Sisi anılarım) ve dev fıskiyeyi görüp göl kenarında biraz yürüdük. Sonra Mont Blanc köprüsünden karşıya geçip meşhur çiçek saati görüp uyarılara rağmen yine de göl kenarındaki turistik kafelerin birine oturduk (ve tabii pişman olduk!) Yemek sonrası trafiğe kapalı ana alışveriş caddesi ve eski şehir içinde dolaşıp tarihi Hotel les Armures’de bir kahve ve tatlı molası verdik.
Hotel Les Armures
Daha sonra Bastions Parkı’na uğrayıp Reform duvarına (İsviçre Reformist hareketin bir kolunun ve sonraki Calvinizm mezhebinin merkeziymiş) ve yerdeki koca boyutlu satranç tahtalarına baktık. Burası bana çok ilginç geldi; yan yana yer alan bir sürü dev boyutlu satranç ve dama tahtası ve taşları ayaklarıyla ite ite oynayan insanlar, banklarda oturup ilgiyle onları izleyenler, ya da daha ileride piknik masalarında normal boyutlu satranç oynayanlarla parkın bu kısmı cıvıl cıvıldı. Metrekareye düşen satranç ve dama meraklısı insan sayısının oldukça yüksek olduğu böyle bir yerde bulunmak şaşırtıcı geldi. Daha sonra buraya çok yakın kocaman bomboş bir alandan geçtik, burası da paten kayanlara ayrılmış özel bir parkmış. Medeniyet böyle bir şey olsa gerek; her şey insanlar boş zamanlarını nitelikli bir şekilde geçirebilsin diye kurgulanmış, planlanmış buralarda.

Cenevre Bastions Park
Akşama doğru çok az vaktimiz kaldığı için son durağımız Patek Philippe saat müzesinde jet hızıyla bir gezi yaptık. İsviçrelilerin saat konusundaki uzmanlığını her ne kadar bilsek de bu müzeyi görünce adamlara tekrar şapka çıkarttık. 3-4 kat boyunca yüzlerce camekanda sergilenen binlerce saat, binlerce detay, figür, mekanizma, mücevher, işçilik… Gerçekten etkileyiciydi.

Gelelim gezdiğimiz diğer duraklara. Bir sonraki yazıya.

Cenevre Bastions Park * Reform Duvarı

1 yorum:

Deniz dedi ki...

ellerınıze saglık. ben de ısvıcredeyım ama fransızca konusulan bolgeyı gezemedım pek.