14.10.2012

Berlin - 3


Gezdiklerimiz, gördüklerimiz

Berlin’i panoramik olarak görmek isterseniz bence çok güzel bir seçenek Bundestag’ın cam kubbesine çıkmak. Sadece online randevu alınarak gezilebilen Bundestag (Reichstag), Almanya’nın parlamento binası. Birleşmenin ardından yenilenen bu tarihi bina, çok modern kubbesiyle birlikte akıllanmış! Kubbeyi gezmek için biri yukarı çıkan diğeri aşağı inen grupların ilerlediği iki yol var, Escher’in tabloları gibi birbiri içinden geçiyor gibi dursalar da birbirleriyle kesişmiyorlar. Meclisin ana oturum salonunun tam üzerinde yer alan kubbenin orta kısmı ise tamamen açık! Kubbeyi gezerken size eşlik eden audioguide hem binanın ve kubbenin bu ilginç özelliklerini anlatıyor, hem de kıvrıla kıvrıla kubbenin içinde tırmanırken dışarıda gördüklerinizle ilgili kısa kısa bilgiler de veriyor. Çok hoş ve ilginç bir şehir turu diyebiliriz, kesinlikle öneririm!
Bundestag kolaj

Güzel havada uzun bir yürüyüşle görülmesi gereken en önemli noktalar: Museuminsel, Katedral, nehir kenarındaki sakin vaha Nikolaiviertel, Unter den Linden boyunca önemli binalar, estetik Gendarmenmarkt (ve tabii ki Fassbender & Rausch çikolatacısında bir kahve ve pasta molası!), Friedrichstrasse’de boydan boya yürüyüş, Brandenburg kapısı ve Tiergarten. Tiergarten’da çok büyük bir hayvanat bahçesi var, yarım gün ayırıp burayı gezmek çok eğlenceli. Berlin Hayvanat bahçesi Avrupa’nın en çok ziyaret edilen hayvanat bahçesiymiş.

Gendarmenmarkt - panoramik
Brandenburg kapısından çıkıp sola doğru ilerlediğinizde çok geniş bir alana yayılmış olan Avrupa’nın Öldürülmüş Yahudileri Anıtı’na geliyorsunuz, burası da çok ilginç bir deneyim. Bir mezar yerini andıran bu alan, aslında sadece farklı boyutlardaki bir sürü dümdüz gri dikdörtgen prizmadan oluşuyor, ama içine girip biraz vakit geçirdiğinizde üstünüzde çok değişik bir etki bırakıyor. Tasarımı dikkat çeken anıtla ilgili pek çok tartışma da olmuş zamanında; çünkü taşların üzerinde kullanılan maddeyi üreten şirketin Nazi toplama kamplarındaki gaz odalarında kullanılan gazların üretiminde faaliyet gösterdiği ortaya çıkmış ve bunun üzerine pek çok tepki gelse de inşaat devam etmiş. Bu alanın yukarıdan çekilmiş fotoğrafları da çok ilginç, mutlaka görmenizi öneririm.

Berlin’de açık havada yapacak pek çok şey var. Şehrin değişik yerlerinde kurulan bit pazarları güzel. Biz daha çok resim, hediyelik eşya, küçük antikalar satılan birkaç tanesine gittik. Bunun dışında Hackescher Markt bölgesi küçük butikleri, höfe denen iç içe geçilen avlulardan oluşan yapıları ve buradaki ilginç duvarlar, süslemeler, grafitiler ve dükkanlarla zaman geçirilebilecek bir mahalle. Monbijoux, nehir kıyısında insanların yayıldığı küçük bir park. Burada bir akşam nehir kıyısında tango yapılan bir dans bara gittik- dışarıda yaşayan bir şehir olan Berlin’de özellikle daha sıcak havalarda ya da yazın bu tarz etkinlikler çok daha yaygınmış.
Monbijoux - Strandbar & Tanz
Müzeler

Altes Museum
Müzelere gelince, Berlin’de seçenek çok ama genel olarak müzeler gerçekten pahalı. Museuminsel’deki beş müzeyi tek bir müze kartıyla gezebiliyorsunuz ama çok fazla vaktiniz yoksa Pergamon’u gezmek bence yeterli. Pergamon’a aşağıda ayrıca değineceğim ama bizim gittiğimiz diğer müzelerden Bode’nin özellikle dışarıdan görünüşünü sevdim.

Katedralin karşısında yer alan DDR Müzesi içinde pek çok ilginç bilgi barındıran bir dönem müzesi.

Beni en çok çarpan müzelerden biri de Tripadvisor’da çok tavsiye edilen Topography of Terror oldu ve üşenmeyip gidebildiğimiz için sonradan çok memnun oldum. Kapanışına 1-1,5 saat kala gezmeye başlayıp yetiştiremediğimiz bu müze-serginin kitabını aldım, şimdi onu okuyorum. Nazi Almanyası’nın doğuşunu, Gestapo örgütlenmesini ve özellikle ilk dönemlerinde kullandıkları propaganda yöntemlerini belgelerle, fotoğraflarla, gazete kupürleriyle anlatan çok etkileyici bir kitap bu ve sergiyi gezerken detaylı olarak inceleyemediğiniz pek çok şeyi sindirmek için çok faydalı. Bence 1935 öncesi Almanya’da olanları okumakta, özellikle şimdilerde çok fayda var; detaylar sizi feci çarpıyor!

Bunun dışında Potsdamer Platz’da yer alan Kulturforum’daki (ki burası doğu Berlin’de kalan Museumsinsel’in batıdaki karşılığıymış) modern sanat müzelerini gezmeye zaman kalmadı. Bir konsere gitmek ya da en azından boşken turla görmek istediğim Philharmonie’ye de saatleri uyduramadığımız ve katı Almanların gazabına uğradığımız için bir türlü giremedik, artık bir sonraki sefere!

Bode Museum

Pergamon Müzesi.. Bir parça hayalkırıklığı..

Sanırım kendimi çok iddialı olmayan bir müzesever olarak tanımlayabilirim, arkeolojiyle de çok alakasız  sayılmam. Birkaç yıl önce gezdiğimiz (bkz. yazısı burada) Bergama antik şehrine de özellikle bayılmış, çok etkilenmiştim. Tüm bu sebeplerden dolayı Berlin’deki Pergamon Müzesi’nin benim için dünyada görüp göreceğim en etkileyici birkaç müzeden biri olmasını ve hatta tüm Berlin gezisine damgasını vurmasını bekliyordum. Zaten okuduklarım ve oraya gidip görenlerden duyduklarım da bu beklentiyi destekliyordu.

Pergamon sunağı
Ne var ki beklentilerimin doğru çıkmadığını itiraf etmem gerek. Evet, tabii ki eski antik yapıları tekrar ayağa kaldırıp bir zamanlar oldukları halleriyle sergilemek hem fikir hem de uygulama olarak çok etkileyici. Müze genel olarak güzel; özellikle dev bir yapıyı kapalı bir binada aynalarla, yansımaları da kullanarak sergilemek çok akıllıca bir fikir. Ama yine de bu müzede hem içerik hem de sergileyiş olarak eksik kalan çok şey var bence. Bir kere, çoğu eserde neyin gerçek neyin konstrüksiyon olduğunu anlamanız mümkün değil. Meşhur Pergamon Altar’ının karşısında onu hayran hayran izleyenlerin çoğu onun gerçek olduğunu sanabilir; ama merdivenlerinde oturulan gerçek boyutlu sunak ve üzerindeki frizler rekonstrüksiyon, ve bunu açıkça söyleyen bir bilgilendirme yazısı yok. Ben çok kişiden “Koskoca tapınağı kaldırıp getirmişler, hayret verici” lafını duymuştum ve buraya gelmeden önce ben de göreceğim şeylerin çoğunun gerçek olduğunu sanıyordum, müzede çok geçmeden bunun böyle olmadığını fark edince hayalkırıklığına uğradım. Tabii ki orijinal parçalar da var; ama bunlar rekonstrüksiyonlarla birlikte, karışık olarak sergileniyor ve çoğu yerde bu açıkça belirtilmiyor. Aksi bir örnek olarak, Efes’teki Celsius kütüphanesinin restorasyonunu çok beğenmiştim; oradaki yıpranmış heybet beni çok daha fazla etkilemişti. Pergamon’da sergilenenler ise bana fazla plastik, fazla mükemmel geldi ve eksik bilgilendirmeden dolayı da doğrusu kendimi biraz kandırılmış hissettim.

Müzeyle ilgili sevmediğim bir başka şey de düzenlenişi ve bilgilendirmelerin dağınıklığıydı ki bence bu çapta bir müze için bunlar çok daha iyi olabilirdi. Gezilen odaların içinde genelden özele ilerleyen bir mantık yoktu ve audioguide’ı dinledikten sonra kafamdaki en temel sorulara cevap bulamadım (mesela ‘Panorama’ olarak bahsedilip duran şey tam olarak nedir?). Yer yer güzel bilgilendirmeler olmasına rağmen (örneğin çıkışa yakın bir yerde yer alan Bergama şehrini anlatan interaktif tablet uygulaması) sonuç olarak ben bu dağınık geziden çok zevk almadım. Bilemiyorum, kendime hala niye Pergamon Müzesi’nden etkilenmediğimi açıklamaya çalışıyorum… Belki de esas sebep gezmeden önceki beklentimin büyüklüğüydü. Bir de belki Bergama’yı yerinde görüp o muhteşem antik tiyatroda rüzgara karşı hülyalara dalıp eskiden oraların neye benzeyebileceğini düşledikten sonra  burada gördüklerim bana fazla yapay geldi.

İlginç görünebilir; ama Pergamon müzesinin bana en çok dokunan kısmı, sergilenen antik dönem eserlerinden çok, basit bir dekorasyon öğesi oldu. Müze deposundan çıkarılıp geçici olarak ziyarete açılan bir serginin girişindeki bu dekor için tavana kadar uzanan raflara üzeri özel damgalı ve numaralı tahta sandıklar dizmişlerdi ve bu görüntü bana hemen Indiana Jones Raiders of the Lost Arc filminin acıklı son sahnesini hatırlattı. Burada film boyunca herkesin peşinde koştuğu hazine en sonunda üzeri numaralandırılmış bir konteynera koyularak Almanya’da çok büyük bir depoya kaldırılıyor, adeta koca bir denizin içindeki kum tanesi gibi kaybolup gidiyordu. Biz zamanında gerek Bergama gerek Milet ve burada sergilenen diğer eserleri özel izinlerle bilerek ve isteyerek Almanya’ya vermiş olsak da, kimi zaman “Bizde kalsaydı değeri bilinmeyecekti zaten” diye düşünüp avunmaya çalışsak da, o tahta sandıkları görmek insana bu müzenin nasıl oluşturulduğunu hatırlatan çok iç acıtıcı bir detay.

kaynak: Google images



--> Berlin - 4



Hiç yorum yok: