uzun zaman sonra yeni bir yazı..
Alexanderplatz ve televizyon kulesi |
Çok
uzun zamandır elimi sürmediğim blogumla tekrar ilgilenme vakti geldi artık.
Mütevazı blogum bu süre içinde televizyona bile çıktı, kendi çapında meşhur
oldu (!), yazmazsam artık biraz ayıp olur. Zaten yazacak çok seyahat birikmişti; ama dönem dönem insanın içinden yazmak gelmiyor nedense. Neyse, bir çizgi çekeyim
ve yeniden yazmaya koyulayım şimdi.
İlk
sırada Berlin var.. Almanya bir transit seyahat dışında daha önce hiç ziyaret
etmediğim bir ülkeydi ve açıkçası tatil denince ilk aklıma gelecek adaylardan
biri değildi kesinlikle. Ama kuzenim Barış’ın bir süre burada bulunacak olması kafamızda
bir Berlin seyahati fikrini tetikledi ve bir ilki gerçekleştirerek Almanya’ya turist
olarak ilk adımımızı attık, kendimizi bir haftalığına Barış’ın misafiri olarak
bulduk!
İlk izlenimler: Kabuğundan
sıyrılmaya çalışan Berlin
Berlin
farklı bir şehir; Avrupa’da gördüğünüz o klasik, soğuk, düzgün ve biraz sıkıcı şehirlerden
ayrılan bir yanı var. Yerleşim dağınık; tek ve düzgün bir merkezi yok. Bunda
hem savaşların, bombalamaların, hem de duvardan ötürü şehrin kendine özgü gelişiminin
rolü var. Estetik olarak çok güzel bir şehir değil; ama farklı bir enerjisi
var.
Kesinlikle uluslararası bir yer, farklı kültürlerin bir arada olduğu, kültür ve sanatla, türlü eğlence mekanları, butikler, pasajlar, açık hava pazarlarıyla dolu, açık, hareketli, canlı bir şehir. 1920’lerde dünyanın kalbinin attığı parlak şehirlerden biriyken o ağır ve kasvetli tarih girdabının içine düşmüş ve ondan sonra sürekli alt üst olup durmuş.. Şimdi de her şeyin etkisinden sıyrılıp yenilenmeye, kabuk değiştirmeye çalışıyor sanki. Bu kendini baştan yaratıp durma hali şehrin değişik yerlerinde süren inşaat faaliyetleriyle kendini sürekli gösteriyor. En işlek caddelerde vinçlere ve iş makinelerine rastlamaya bir süre sonra alışıyorsunuz. Bu, kesinlikle bizim şehirlerimizdeki kaldırım taşlarının değişip durmasından farklı boyutta bir çehre değişimi!
Kesinlikle uluslararası bir yer, farklı kültürlerin bir arada olduğu, kültür ve sanatla, türlü eğlence mekanları, butikler, pasajlar, açık hava pazarlarıyla dolu, açık, hareketli, canlı bir şehir. 1920’lerde dünyanın kalbinin attığı parlak şehirlerden biriyken o ağır ve kasvetli tarih girdabının içine düşmüş ve ondan sonra sürekli alt üst olup durmuş.. Şimdi de her şeyin etkisinden sıyrılıp yenilenmeye, kabuk değiştirmeye çalışıyor sanki. Bu kendini baştan yaratıp durma hali şehrin değişik yerlerinde süren inşaat faaliyetleriyle kendini sürekli gösteriyor. En işlek caddelerde vinçlere ve iş makinelerine rastlamaya bir süre sonra alışıyorsunuz. Bu, kesinlikle bizim şehirlerimizdeki kaldırım taşlarının değişip durmasından farklı boyutta bir çehre değişimi!
Gezerken
içimde hep garip bir his vardı; sanki bu şehrin çok daha büyük bir potansiyeli
varmış da bu tamamlanmamışlık durumu onu perdeliyor, Berlin’den olması gerektiği
kadar etkilenmemizi engelliyormuş gibi hissettim.
Bu bana
o kadar çarpıcı ve kendine özgü geldi ki, biz gezimizde daha çok tarihe ve
bunun günümüzde kalan izlerine odaklandık diyebilirim. Diğer şehirlerden çok da
farklı olmayan Batı kısmından çok özellikle Mitte’de ve Doğu Berlin’de vakit
geçirip eski dönemlere ait izler yakalayabileceğimiz yerlerde daha fazla vakit
geçirmeye çalıştık.
Berlin Wall Memorial |
Gezi öncesi
hazırlıklar
kaynak: Google images |
Almanya tarihinden özellikle Nazi, 2.Dünya savaşı ve DDR dönemlerine ait önemli olaylar hakkında biraz okumakta fayda var. Bana Berlin tarihini bir cümleyle özetle deseler, Brandenburg kapısıyla ilgili okuduğum şu ilginç cümleyi seçerdim: Tarihin farklı dönemlerinde Brandenburg kapısı farklı kavramların sembolü olmuştur: 2.Dünya savaşı öncesinde barışın, zaferin, görkemin; Soğuk Savaş yıllarında bölünmüşlüğün ve duvarın yıkılmasının ardından birliğin ve özgürlüğün..
Brandenburg kapısı |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder