Bu sene İstanbul’a bir türlü bahar gelmedi. Kısa bir iş gezisi için gittiğim Amsterdam’da ise tam bir bahar havası vardı- her şey tersine döndü galiba! Hatta bu seyahatimden önceki haftasonu Amsterdam Avrupa’nın en sıcak şehri olmuş sanırım, tüm Hollandalılar garip bir gururla bunu anlatıyordu. Kışın soğuk günlerinde beni tir tir titreten, sabahları kapkaranlık havasıyla günlerine pek hoş başlamadığım şehri bu yüzüyle görmek bana ilginç geldi.
Güneş çok geç batıyor, akşam hava 22:00 gibi ancak kararmış oluyor, muhteşem bir duygu! İşten çıkıyorsun, sanki gün yeni başlıyor! Tabii bir şeyi unutursak: Amsterdam’da her yer yine 18:30 dedin mi kapanıyor, çok turistik yerler ve lokantalar hariç. İnsanlar yavaş yavaş dışarıda oturmaya başlamış, kafeler kanalların kenarına masaları atmış, uzun boylu Hollandalılar kutu kutu evlerine sığamayıp pencere eşiklerine oturmuş, bacaklarını dışarıya sallandırıyorlar. Sabahları kuş sesleriyle uyanıyorum ve yüzümde bir gülücükle baharı karşılıyorum!
Genelde toplantılar ve çalışmayla geçen bir gezi olduğu için bir gün hariç şehre inemedim, havaalanına yakın bir otelde kaldım. Dorint Hotel, çok düzgün bir business oteli, temiz ve modern, her şey cillop gibi, yatağı, odadaki koltukları müthiş rahat, kahvaltı derseniz inanılmaz çeşit var, hayran oldum! Yarım saatte bir havaalanına bedava shuttle olduğu ve bunun yanı sıra otelin hemen önünden otobüs geçtiği için ulaşım konusunda hiç sıkıntı yaşamadım.
Amsterdam’dan bir haber daha: Ocak’ta tüm cepheleri örtülerle kaplı olan Kraliyet Sarayı neredeyse tamamen açılmış, Dam Meydanına gidip görebildim sonunda.. Bir de en sevdiğim yerlerden Spui Meydanı'na uğradım, oradaki garip ağaçlarım yeşillenmiş, yapraklarla kaplanmış..
Bu geziyle ilgili bir de ilginç bir anı.. Amsterdam’a gidiş uçuşumda üç kişilik sırada iki kişiydik, ben cam kenarı bir de bir adam koridorda, ortamız boş. Oh ne ala diyerek bir güzel yayılıp bir şeyler okurken yemek servisi başladı ve birden hostes yanımızda biterek ortamıza birini oturttu: pilot! Bize kendini tanıtan misafirimiz 3.pilot olduğunu söyledi. Normalde kısa uçuşlarda iki pilot olurken bu uçak durmadan geri döneceği için üç pilotla uçtuğumuzu açıkladı. Kokpitte yer olmadığı için yemeğini bizimle yiyecekmiş! Bize verilen seçenekler tavuk ve makarna iken pilotun köfte yediğini gören biz iki meraklı hemen neden yemeğin farklı olduğunu sorduk. Leslie Nielsen’ın Airplane filmindeki olay gerçekmiş, pilotlar asla aynı yemeği yemezlermiş. Üç pilot olunca da üçüncü bir seçenek sunuluyormuş.. Bununla başlayan sorular devam etti ve pilot yemeği boyunca çapraz sorguya tutuldu, sanırım yedikleri burnundan geldi. THY’de pilotlar filolara ayrılıyormuş, bunu belirleyen de uçağın tipiymiş. Yurtiçi-yurtdışı diye bir ayrım yokmuş, toplam uçuş saatleri tutturulacak şekilde uçuşlar planlanıyormuş vs.vs…
Güneş çok geç batıyor, akşam hava 22:00 gibi ancak kararmış oluyor, muhteşem bir duygu! İşten çıkıyorsun, sanki gün yeni başlıyor! Tabii bir şeyi unutursak: Amsterdam’da her yer yine 18:30 dedin mi kapanıyor, çok turistik yerler ve lokantalar hariç. İnsanlar yavaş yavaş dışarıda oturmaya başlamış, kafeler kanalların kenarına masaları atmış, uzun boylu Hollandalılar kutu kutu evlerine sığamayıp pencere eşiklerine oturmuş, bacaklarını dışarıya sallandırıyorlar. Sabahları kuş sesleriyle uyanıyorum ve yüzümde bir gülücükle baharı karşılıyorum!
Genelde toplantılar ve çalışmayla geçen bir gezi olduğu için bir gün hariç şehre inemedim, havaalanına yakın bir otelde kaldım. Dorint Hotel, çok düzgün bir business oteli, temiz ve modern, her şey cillop gibi, yatağı, odadaki koltukları müthiş rahat, kahvaltı derseniz inanılmaz çeşit var, hayran oldum! Yarım saatte bir havaalanına bedava shuttle olduğu ve bunun yanı sıra otelin hemen önünden otobüs geçtiği için ulaşım konusunda hiç sıkıntı yaşamadım.
Amsterdam’dan bir haber daha: Ocak’ta tüm cepheleri örtülerle kaplı olan Kraliyet Sarayı neredeyse tamamen açılmış, Dam Meydanına gidip görebildim sonunda.. Bir de en sevdiğim yerlerden Spui Meydanı'na uğradım, oradaki garip ağaçlarım yeşillenmiş, yapraklarla kaplanmış..
Bu geziyle ilgili bir de ilginç bir anı.. Amsterdam’a gidiş uçuşumda üç kişilik sırada iki kişiydik, ben cam kenarı bir de bir adam koridorda, ortamız boş. Oh ne ala diyerek bir güzel yayılıp bir şeyler okurken yemek servisi başladı ve birden hostes yanımızda biterek ortamıza birini oturttu: pilot! Bize kendini tanıtan misafirimiz 3.pilot olduğunu söyledi. Normalde kısa uçuşlarda iki pilot olurken bu uçak durmadan geri döneceği için üç pilotla uçtuğumuzu açıkladı. Kokpitte yer olmadığı için yemeğini bizimle yiyecekmiş! Bize verilen seçenekler tavuk ve makarna iken pilotun köfte yediğini gören biz iki meraklı hemen neden yemeğin farklı olduğunu sorduk. Leslie Nielsen’ın Airplane filmindeki olay gerçekmiş, pilotlar asla aynı yemeği yemezlermiş. Üç pilot olunca da üçüncü bir seçenek sunuluyormuş.. Bununla başlayan sorular devam etti ve pilot yemeği boyunca çapraz sorguya tutuldu, sanırım yedikleri burnundan geldi. THY’de pilotlar filolara ayrılıyormuş, bunu belirleyen de uçağın tipiymiş. Yurtiçi-yurtdışı diye bir ayrım yokmuş, toplam uçuş saatleri tutturulacak şekilde uçuşlar planlanıyormuş vs.vs…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder