Prag çok büyük bir şehir değil. Turistik kısımlarını birkaç gün içinde tamamen yürüyerek gezmek mümkün- tabii ki aşırı soğuk muhalefeti olmazsa!
Burada karakteristik bölgeler var, kısaca bahsetmem gerekirse:
Meşhur Old Town, şehrin kalbi. Sindrella’nın şatosunun karanlık ve etkileyici versiyonu olan Tyn Kilisesi, Town Hall binası ve ünlü astronomik saat burada yer alıyor. Saat başı meydanda biriken kalabalık, saatin üzerinde hareket eden figürleri izliyor, ardından Town Hall kulesinde borazan çalarak yeni saati kutlayan kostümlü kişiye alkışlar ve ıslıklar eşliğinde el sallıyor. Bu kendine özgü ritüeli aşağıdan değil, Town Hall binasına çıkarak tepeden, borazancının yanından izlemenizi tavsiye ederim. Hem manzara süper, hem de aşağıdan size doğru bakan yüzlerce suratı izlemek çok eğlenceli. Town Hall’un içini gezmeye ise hiç gerek yok.
Old Town meydanında yer alan etkileyici heykel Master Jan Hus’un heykeli. Bu, Bohemya tarihinde çok önemli bir kişilik. Bohemya’daki reform hareketini başlatmış ve buraya özgü bir Protestan grup olan Hussite’lara öncülük etmiş bir rahip. Biraz okuyup anlamaya çalıştığım kadarıyla Bohemya’nın çok karışık ve acılı bir tarihi var ve biz Avrupa tarihi ile ilgili hiçbir şey bilmediğimiz gibi buraların tarihini de gerçekten hiç bilmiyoruz. Defenestration olarak geçen, bazı kişilerin pencereden atılması sonucu alevlenen bir dizi olay, Otuz yıl savaşları, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na karşı verilen mücadeleler.. Sonra İkinci Dünya Savaşı, sonrasında da Ruslar.. Çekler sanki IV.Charles’dan beri bir rahat nefes alamamış; mezhep çatışmaları, savaşlar, işgaller derken hep acı çekmiş ama hiçbir zaman da ezilmemişler benim gördüğüm kadarıyla. Benim Prag ile ilgili önceden bildiğim en eski tarih 1968 Prag baharıydı ki onu da Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okurken duymuştum..
Neyse, konumuza geri dönersek, eski şehrin önemli caddelerinden biri Celetná. Burası Powder Tower’dan başlayıp Old Town Square’e uzanan bir cadde. Taç giyme töreninde kral bu yolda geçermiş. Powder Tower benim Prag’da en sevdiğim yapı. Engin diyor ki her şehirde kendime sevgili binamı seçiyormuşum.. Nasıl Roma’da Pantheon, Londra’da Tower Bridge, Barcelona’da Casa Batlló’ya aşık olduysam, Prag’da seçtiğim bina da Powder Tower! Aslında gerek bu kule, gerek Old Town Hall binası, gerekse Charles Köprüsünün başındaki ve sonundaki kuleler birbirlerine çok benziyor. Zaten başlarda karıştırıyorsunuz. Ama bence en güzelleri Powder Tower. Üzerindeki gargoylelar da çok etkileyici.
Eski şehre komşu bir başka bölge de Josefov- Yahudi mahallesi. Aslında artık Yahudi mahallesi demek ne kadar doğru bilmiyorum; çünkü Roma’daki o güzel Trastevere gibi daracık sokakların, eski evlerin olduğu farklı bir mahalle değil burası. Her şey yıkılıp yenilenmiş, hatta bırakın fakirane evlerini, burada çok pahalı butikler var artık. Eskiye ait tek kalan şey 6-7 adet sinagog. Bu açıdan biraz hayalkırıklığı yaşadık. Burayı kendimiz audioguide ile gezmeye çalıştık ama çok uzun ve sıkıcı anlatımlardan dolayı memnun kalmadık. Josefov’daki sinagoglardan bana en ilginç geleni, duvarında 2.Dünya Savaşı sırasında öldürülen Bohemya Yahudilerinin isimlerinin yazıldığı ve içinde sürekli insanın tüylerini diken diken eden bir müziğin çalındığı Pinkas Sinagogu. Bu sinagogun üst katında Prag yakınlarındaki Terezin toplama kampındaki çocukların çizdiği resimler sergileniyor ve tabii ki dışında da çok acayip bir mezarlık var! Eğri büğrü mezar taşları, farklı oymalar vs. insanda çok garip duygular uyandırıyor. Ne yazık ki bu unutulmaz yerde fotoğraf çekmek yasak. Benim için ikinci sırada da ihtişamlı Spanish Synagogue geliyor ki buraya bayıldık, duyduğuma göre akustiği de iyimiş, burada konserler düzenleniyormuş.
New Town – sadece ismen yeni aslında- deyince benim aklıma Ulusal Tiyatro binası, kocaman Charles meydanı ve modern Dancing House (Tančící dům) geliyor. Dancing House, özellikle üzerine yazmayı hak eden bir yapı. Çok yeni bir bina denebilir, ünlü mimar Frank Gehry tasarlamış. Prag’da en merak ettiğimiz yerlerden biriydi burası, ve çok sevdik. Biri dik, biri ona yaslanmış gibi görünen iki parçadan oluşan ve hareketli çizgilerinden olayı dans edermiş gibi duran bu binanın bir diğer adı da bu yüzden Fred&Ginger building! Özellikle pencereleri çok çok sevimli. İçinde ise ofisler varmış.
New Town’un çok önemli bir diğer mekanı ise Wenceslas Meydanı. Burası çok geniş iki caddenin oluşturduğu oval şekilli bir bulvar aslında. Önemi şurda: son yüzyılda Prag’ı etkileyen çok önemli olaylar hep burada cereyan etmiş, büyük gösteriler burada düzenlenmiş. Ünlü Prag baharı, Sovyet işgalinden sonra kendini yakan öğrencinin de yer aldığı protesto gösterileri, 1989’da bağımsızlıklarını ilan ettikleri Kadife Devrim.. Bir tavsiye, bu meydandan girişi olan pek çok pasaj var, bunlardan Lucerna pasajına girmenizi ve orada tavana asılı at üstündeki ters Wenceslas heykelini görüp seramikten çok sevimli heykeller/hediyelik eşyalar satan harika dükkanı ziyaret etmenizi öneririm.
Nehrin karşı tarafına geçersek, Malastrana (Lesser Town) benim Prag’da en çok beğendiğim yerlerden biri oldu. Old Town ne kadar etkileyici ve güzel olsa da orası hep bir kalabalık, hep bir karambol içinde. Malastrana ise sakinliği ve evlerinin güzelliğiyle Prag’ın ruhunu hissedebileceğiniz bir mahalle. Burada yer alan St.Nicholas kilisesi (aynı isimli bir kilise bir de karşı tarafta var, karıştırmamak lazım) o kadar gösterişli ki insan afallıyor. Tam bir Barok örneği. Burayı gördükten sonra Prag’da göreceğiniz hiçbir kilise aklınızda kalmıyor zaten.. Malastrana’da güzel butikler, küçük dükkanlar var, kaleye doğru tırmanan Nerudova caddesi özellikle ünlü. Bir daha Prag’a gitsem sanırım bu bölgede kalmayı tercih ederdim..
Hradčany, Prag kalesinin çevresindeki mahalle. Burası da sessiz sakin bir yer, kaleye doğru pek çok saray var, çoğu Rönesans tarzı. Prag kalesi kocaman, gerçekten kocaman bir yer, bir bina değil, bir binalar kompleksi, gezmek için bayağı zaman ayırmak lazım. Ama müze havasında değil pek, biraz dağınık, mimari stil olarak da farklı dönemlerde eklenmiş yapıların yan yana yer aldığı garip bir yer. Bir yanda bir Gotik harikası devasa St.Vitus katedrali, bir yanda Vladislav Sarayı, bir yanda minik şirin evleriyle Golden Lane (ne yazık ki tadilattan dolayı kapalıydı!). St.Vitus katedralinin içinde çok güzel vitraylı camlar var, bunlardan birini Çek ressam Mucha boyamış, renkler o kadar canlı ki gözlerinizi alamıyorsunuz. Prag kalesiyle ilgili birkaç küçük not daha, girişteki nöbet değişim törenini izlemek için beklemeyin, çok özelliksiz bir şey. Kalenin çıkışına yakın bir oyuncak müzesi var, ben burayı çok sevdim. Bir de kaleyi gezdikten sonra Nerudova tarafından değil diğer yandaki Eski Kale Merdivenleri tarafından çıkarsanız harika bir şehir manzarası sizi bekliyor! İlkbahar ve yazları buradaki asma bahçeler açılıyormuş, Prag’a güzel havalarda gelmek için bulabildiğim başlıca motivasyon bu olabilir!
Prag’da gidemediğimiz yerlere gelince, ilk sırada Vyšehrad var. Burası şehrin merkezinden biraz uzakta bir kale ve kilise, güzel bahçeleri varmış. Ama biz zaman darlığından ve soğuk havadan dolayı gidemedik. Bir de Petrin tepesinden Prag manzarası izleyemedik, değer miydi bilemiyorum. Bir daha buralara gelirsem şehir dışında gitmek istediğim iki yakın yer var: biri Atatürk’ün de zamanında ziyaret ettiği kaplıca şehri Karlovy Vary (Carslbad-Charles’ın banyosu!!), diğeri de Dünya Kültür Mirası listesindeki Český Krumlov- ki resimleri çok etkileyici görünüyor..
Burada karakteristik bölgeler var, kısaca bahsetmem gerekirse:
Meşhur Old Town, şehrin kalbi. Sindrella’nın şatosunun karanlık ve etkileyici versiyonu olan Tyn Kilisesi, Town Hall binası ve ünlü astronomik saat burada yer alıyor. Saat başı meydanda biriken kalabalık, saatin üzerinde hareket eden figürleri izliyor, ardından Town Hall kulesinde borazan çalarak yeni saati kutlayan kostümlü kişiye alkışlar ve ıslıklar eşliğinde el sallıyor. Bu kendine özgü ritüeli aşağıdan değil, Town Hall binasına çıkarak tepeden, borazancının yanından izlemenizi tavsiye ederim. Hem manzara süper, hem de aşağıdan size doğru bakan yüzlerce suratı izlemek çok eğlenceli. Town Hall’un içini gezmeye ise hiç gerek yok.
Old Town meydanında yer alan etkileyici heykel Master Jan Hus’un heykeli. Bu, Bohemya tarihinde çok önemli bir kişilik. Bohemya’daki reform hareketini başlatmış ve buraya özgü bir Protestan grup olan Hussite’lara öncülük etmiş bir rahip. Biraz okuyup anlamaya çalıştığım kadarıyla Bohemya’nın çok karışık ve acılı bir tarihi var ve biz Avrupa tarihi ile ilgili hiçbir şey bilmediğimiz gibi buraların tarihini de gerçekten hiç bilmiyoruz. Defenestration olarak geçen, bazı kişilerin pencereden atılması sonucu alevlenen bir dizi olay, Otuz yıl savaşları, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na karşı verilen mücadeleler.. Sonra İkinci Dünya Savaşı, sonrasında da Ruslar.. Çekler sanki IV.Charles’dan beri bir rahat nefes alamamış; mezhep çatışmaları, savaşlar, işgaller derken hep acı çekmiş ama hiçbir zaman da ezilmemişler benim gördüğüm kadarıyla. Benim Prag ile ilgili önceden bildiğim en eski tarih 1968 Prag baharıydı ki onu da Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okurken duymuştum..
Neyse, konumuza geri dönersek, eski şehrin önemli caddelerinden biri Celetná. Burası Powder Tower’dan başlayıp Old Town Square’e uzanan bir cadde. Taç giyme töreninde kral bu yolda geçermiş. Powder Tower benim Prag’da en sevdiğim yapı. Engin diyor ki her şehirde kendime sevgili binamı seçiyormuşum.. Nasıl Roma’da Pantheon, Londra’da Tower Bridge, Barcelona’da Casa Batlló’ya aşık olduysam, Prag’da seçtiğim bina da Powder Tower! Aslında gerek bu kule, gerek Old Town Hall binası, gerekse Charles Köprüsünün başındaki ve sonundaki kuleler birbirlerine çok benziyor. Zaten başlarda karıştırıyorsunuz. Ama bence en güzelleri Powder Tower. Üzerindeki gargoylelar da çok etkileyici.
Eski şehre komşu bir başka bölge de Josefov- Yahudi mahallesi. Aslında artık Yahudi mahallesi demek ne kadar doğru bilmiyorum; çünkü Roma’daki o güzel Trastevere gibi daracık sokakların, eski evlerin olduğu farklı bir mahalle değil burası. Her şey yıkılıp yenilenmiş, hatta bırakın fakirane evlerini, burada çok pahalı butikler var artık. Eskiye ait tek kalan şey 6-7 adet sinagog. Bu açıdan biraz hayalkırıklığı yaşadık. Burayı kendimiz audioguide ile gezmeye çalıştık ama çok uzun ve sıkıcı anlatımlardan dolayı memnun kalmadık. Josefov’daki sinagoglardan bana en ilginç geleni, duvarında 2.Dünya Savaşı sırasında öldürülen Bohemya Yahudilerinin isimlerinin yazıldığı ve içinde sürekli insanın tüylerini diken diken eden bir müziğin çalındığı Pinkas Sinagogu. Bu sinagogun üst katında Prag yakınlarındaki Terezin toplama kampındaki çocukların çizdiği resimler sergileniyor ve tabii ki dışında da çok acayip bir mezarlık var! Eğri büğrü mezar taşları, farklı oymalar vs. insanda çok garip duygular uyandırıyor. Ne yazık ki bu unutulmaz yerde fotoğraf çekmek yasak. Benim için ikinci sırada da ihtişamlı Spanish Synagogue geliyor ki buraya bayıldık, duyduğuma göre akustiği de iyimiş, burada konserler düzenleniyormuş.
New Town – sadece ismen yeni aslında- deyince benim aklıma Ulusal Tiyatro binası, kocaman Charles meydanı ve modern Dancing House (Tančící dům) geliyor. Dancing House, özellikle üzerine yazmayı hak eden bir yapı. Çok yeni bir bina denebilir, ünlü mimar Frank Gehry tasarlamış. Prag’da en merak ettiğimiz yerlerden biriydi burası, ve çok sevdik. Biri dik, biri ona yaslanmış gibi görünen iki parçadan oluşan ve hareketli çizgilerinden olayı dans edermiş gibi duran bu binanın bir diğer adı da bu yüzden Fred&Ginger building! Özellikle pencereleri çok çok sevimli. İçinde ise ofisler varmış.
New Town’un çok önemli bir diğer mekanı ise Wenceslas Meydanı. Burası çok geniş iki caddenin oluşturduğu oval şekilli bir bulvar aslında. Önemi şurda: son yüzyılda Prag’ı etkileyen çok önemli olaylar hep burada cereyan etmiş, büyük gösteriler burada düzenlenmiş. Ünlü Prag baharı, Sovyet işgalinden sonra kendini yakan öğrencinin de yer aldığı protesto gösterileri, 1989’da bağımsızlıklarını ilan ettikleri Kadife Devrim.. Bir tavsiye, bu meydandan girişi olan pek çok pasaj var, bunlardan Lucerna pasajına girmenizi ve orada tavana asılı at üstündeki ters Wenceslas heykelini görüp seramikten çok sevimli heykeller/hediyelik eşyalar satan harika dükkanı ziyaret etmenizi öneririm.
Nehrin karşı tarafına geçersek, Malastrana (Lesser Town) benim Prag’da en çok beğendiğim yerlerden biri oldu. Old Town ne kadar etkileyici ve güzel olsa da orası hep bir kalabalık, hep bir karambol içinde. Malastrana ise sakinliği ve evlerinin güzelliğiyle Prag’ın ruhunu hissedebileceğiniz bir mahalle. Burada yer alan St.Nicholas kilisesi (aynı isimli bir kilise bir de karşı tarafta var, karıştırmamak lazım) o kadar gösterişli ki insan afallıyor. Tam bir Barok örneği. Burayı gördükten sonra Prag’da göreceğiniz hiçbir kilise aklınızda kalmıyor zaten.. Malastrana’da güzel butikler, küçük dükkanlar var, kaleye doğru tırmanan Nerudova caddesi özellikle ünlü. Bir daha Prag’a gitsem sanırım bu bölgede kalmayı tercih ederdim..
Hradčany, Prag kalesinin çevresindeki mahalle. Burası da sessiz sakin bir yer, kaleye doğru pek çok saray var, çoğu Rönesans tarzı. Prag kalesi kocaman, gerçekten kocaman bir yer, bir bina değil, bir binalar kompleksi, gezmek için bayağı zaman ayırmak lazım. Ama müze havasında değil pek, biraz dağınık, mimari stil olarak da farklı dönemlerde eklenmiş yapıların yan yana yer aldığı garip bir yer. Bir yanda bir Gotik harikası devasa St.Vitus katedrali, bir yanda Vladislav Sarayı, bir yanda minik şirin evleriyle Golden Lane (ne yazık ki tadilattan dolayı kapalıydı!). St.Vitus katedralinin içinde çok güzel vitraylı camlar var, bunlardan birini Çek ressam Mucha boyamış, renkler o kadar canlı ki gözlerinizi alamıyorsunuz. Prag kalesiyle ilgili birkaç küçük not daha, girişteki nöbet değişim törenini izlemek için beklemeyin, çok özelliksiz bir şey. Kalenin çıkışına yakın bir oyuncak müzesi var, ben burayı çok sevdim. Bir de kaleyi gezdikten sonra Nerudova tarafından değil diğer yandaki Eski Kale Merdivenleri tarafından çıkarsanız harika bir şehir manzarası sizi bekliyor! İlkbahar ve yazları buradaki asma bahçeler açılıyormuş, Prag’a güzel havalarda gelmek için bulabildiğim başlıca motivasyon bu olabilir!
Prag’da gidemediğimiz yerlere gelince, ilk sırada Vyšehrad var. Burası şehrin merkezinden biraz uzakta bir kale ve kilise, güzel bahçeleri varmış. Ama biz zaman darlığından ve soğuk havadan dolayı gidemedik. Bir de Petrin tepesinden Prag manzarası izleyemedik, değer miydi bilemiyorum. Bir daha buralara gelirsem şehir dışında gitmek istediğim iki yakın yer var: biri Atatürk’ün de zamanında ziyaret ettiği kaplıca şehri Karlovy Vary (Carslbad-Charles’ın banyosu!!), diğeri de Dünya Kültür Mirası listesindeki Český Krumlov- ki resimleri çok etkileyici görünüyor..
1 yorum:
Vysehrad şehrin dışında değil.Metro ile 5 dakika mesafede.Bi daha giderseniz bence görün,çok güzel bi yer.
Yorum Gönder