tatsız dönüş ve domuz gribine tekrar merhaba
14/05/09 perşembe
Bu olaylı geceden sonra sabah kalkıp bavullarımızı toplardık ve kahvaltının ardından bavulları resepsiyona bırakarak son birkaç saatimizi değerlendirmek için dışarı çıktık. Öncelikle otelin hemen yan sokağı denebilecek Carrer del Tallers’e gittik. Burada müzik mağazalarının olduğunu okumuştum, hakikaten küçük küçük bir sürü dükkan var ve hepsi belli bir türde özelleşmiş. Kimisi rock, kimisi jazz, kimisi de klasik müzik. Çalışanlar da ne sattıklarından haberdar ve bilgililer; Türkiye’deki gibi bir müzik ya da DVD mağazasında bir şey sorarken satıcıdan gelmesi çok muhtemel “Buyur? O kim ya, hayatta duymadım, nasıl yazılıyor?” tepkisini almayacağınız iyi dükkanlar bunlar.
Daha sonraki durak El Born. Picasso’nun gençliğinde müdavimi olduğu ve hatta menüsünü tasarlağı Els Quatre Gats (Dört Kedi) kafesine gidiyoruz. Nostaljik bir kafe, duvarlarda eski fotoğraflar, posterler asılı. Eşyaların tarihi özelliği korunmuş, havası hoşuma gitti. Ama saat erken olduğundan bizden başka kimse yok, garsonlar ters duran sandalyeleri çevirip bir masa hazırlıyorlar bize. Birer Chocolate con Churros ısmarlıyoruz. Ben koyu kıvamlı bir sıcak çikolata bekliyorum ısmarlarken; ancak önüme gelen, benim gibi bir bitter çikolata delisi için bile gerçekten çok koyu, çok ağır. Churros, görünüşü tulumba tatlısına benzeyen ama şekerli olmayan, hatta tuzlu bile denilebilecek bir hamur işi. Çikolatayı bununla beraber yiyince iç bayıcılığı biraz olsun azalıyor. Ama önümüzdeki devasa bardaklardaki çikolataların yalnızca çok az bir kısmını tüketebiliyoruz.
Son olarak Barri Gòtic sokaklarında son bir kez dolanıp sevdiğimiz köşelere bir daha gidiyoruz, koşturarak. Son günleri hiç sevmiyorum; dönüş hep keyifsiz, zaman hep yetersiz geliyor. Her zamanki gibi içimden şunu geçiriyorum: Keşke bir günümüz daha olsaydı! Ama ne yazık ki bizde Phileas Fogg’daki şans yok.
Bavullarımızı otelden alıp yürüyerek Plaça de Catalunya’dan Aerobus’a biniyoruz. Güzel bir tesadüf eseri, otobüs geldiği yoldan değil, Passeig de Gracia’dan geçiyor ve Casa Batlló’yla son kez vedalaşıyoruz.
El Prat havaalanının dış duvarında Miró’nun yaptığı duvar mozaiği bulunuyor. Barselona’dan ayrılmadan önce havaalanından almak istediğimiz iki şey var: Rioja şarabı ve bir türlü deneyemediğimiz cava (bir tür şampanyaymış). Birkaç yere girip çıktıktan sonra bir dükkanı seçiyorum ve oradaki satıcı hanım nasıl bir şarap istediğimi soruyor. Meşe fıçılardan başlayıp şarabın yıllanmasına, kişisel burukluk derecesi tercihlerine uzanan bir sohbet başlıyor. Seçtiğim şarabın en iyi yılının ellerindeki olmadığını ve en iyi yılı yan dükkanda bulabileceğimi söyleyerek beni şaşırtıyor. İşini seven, şaraptan bahsederken gözleri parlayan, bilgili biri. Takdir edip orta karar bir şişe Rioja, bir şişe cava, bir de turistik flamenko gecemizi hatırlatan flamenko dansçısı şeklinde bir küçük şişe sangria alıp çıkıyorum.
Son not, dönüşte Atatürk Havalimanı pasaport kontrolünde müthiş bir yoğunluk var; çünkü domuz gribi sebebiyle konulan termal kamera sadece tek bir girişte bulunuyor. O ana kadar domuz gribi salgını konusunu tamamen unutmuştuk. Tüm gezimiz boyunca İspanya’da ne domuz gribi konusunda bir endişe hissettim, ne de bu endişeyi taşıyan birine rastladım. Oysa Türkiye’de ortalık resmen yıkılıyordu; döner dönmez biz de bu havanın içinde bulduk kendimizi: kameralar, polisinden temizlik görevlilerine eldivenler takmış insanlar, orada burada afişler.. Neyse, kameradan da sağ salim geçtik ama ileriki günlerde, hastalığın karantina süresi dolana kadar çevremde biraz cüzzamlı gibi algılandığımı hissettiğimi söylemeliyim!!!
Böylece dolu dolu geçen yorucu ama güzel bir seyahat daha bitti. Bu geziden aklımda en çok şeker gibi binalar, trencadis, Barri Gòtic sokakları ve güzel yemekler kaldı sanırım.
Şimdi sırada “prossima parada” için hayal kurmak var.
Fins després..
--> Barselona - Dipnotlar
--> Barselona - Faydalı Linkler
14/05/09 perşembe
Bu olaylı geceden sonra sabah kalkıp bavullarımızı toplardık ve kahvaltının ardından bavulları resepsiyona bırakarak son birkaç saatimizi değerlendirmek için dışarı çıktık. Öncelikle otelin hemen yan sokağı denebilecek Carrer del Tallers’e gittik. Burada müzik mağazalarının olduğunu okumuştum, hakikaten küçük küçük bir sürü dükkan var ve hepsi belli bir türde özelleşmiş. Kimisi rock, kimisi jazz, kimisi de klasik müzik. Çalışanlar da ne sattıklarından haberdar ve bilgililer; Türkiye’deki gibi bir müzik ya da DVD mağazasında bir şey sorarken satıcıdan gelmesi çok muhtemel “Buyur? O kim ya, hayatta duymadım, nasıl yazılıyor?” tepkisini almayacağınız iyi dükkanlar bunlar.
Daha sonraki durak El Born. Picasso’nun gençliğinde müdavimi olduğu ve hatta menüsünü tasarlağı Els Quatre Gats (Dört Kedi) kafesine gidiyoruz. Nostaljik bir kafe, duvarlarda eski fotoğraflar, posterler asılı. Eşyaların tarihi özelliği korunmuş, havası hoşuma gitti. Ama saat erken olduğundan bizden başka kimse yok, garsonlar ters duran sandalyeleri çevirip bir masa hazırlıyorlar bize. Birer Chocolate con Churros ısmarlıyoruz. Ben koyu kıvamlı bir sıcak çikolata bekliyorum ısmarlarken; ancak önüme gelen, benim gibi bir bitter çikolata delisi için bile gerçekten çok koyu, çok ağır. Churros, görünüşü tulumba tatlısına benzeyen ama şekerli olmayan, hatta tuzlu bile denilebilecek bir hamur işi. Çikolatayı bununla beraber yiyince iç bayıcılığı biraz olsun azalıyor. Ama önümüzdeki devasa bardaklardaki çikolataların yalnızca çok az bir kısmını tüketebiliyoruz.
Son olarak Barri Gòtic sokaklarında son bir kez dolanıp sevdiğimiz köşelere bir daha gidiyoruz, koşturarak. Son günleri hiç sevmiyorum; dönüş hep keyifsiz, zaman hep yetersiz geliyor. Her zamanki gibi içimden şunu geçiriyorum: Keşke bir günümüz daha olsaydı! Ama ne yazık ki bizde Phileas Fogg’daki şans yok.
Bavullarımızı otelden alıp yürüyerek Plaça de Catalunya’dan Aerobus’a biniyoruz. Güzel bir tesadüf eseri, otobüs geldiği yoldan değil, Passeig de Gracia’dan geçiyor ve Casa Batlló’yla son kez vedalaşıyoruz.
El Prat havaalanının dış duvarında Miró’nun yaptığı duvar mozaiği bulunuyor. Barselona’dan ayrılmadan önce havaalanından almak istediğimiz iki şey var: Rioja şarabı ve bir türlü deneyemediğimiz cava (bir tür şampanyaymış). Birkaç yere girip çıktıktan sonra bir dükkanı seçiyorum ve oradaki satıcı hanım nasıl bir şarap istediğimi soruyor. Meşe fıçılardan başlayıp şarabın yıllanmasına, kişisel burukluk derecesi tercihlerine uzanan bir sohbet başlıyor. Seçtiğim şarabın en iyi yılının ellerindeki olmadığını ve en iyi yılı yan dükkanda bulabileceğimi söyleyerek beni şaşırtıyor. İşini seven, şaraptan bahsederken gözleri parlayan, bilgili biri. Takdir edip orta karar bir şişe Rioja, bir şişe cava, bir de turistik flamenko gecemizi hatırlatan flamenko dansçısı şeklinde bir küçük şişe sangria alıp çıkıyorum.
Son not, dönüşte Atatürk Havalimanı pasaport kontrolünde müthiş bir yoğunluk var; çünkü domuz gribi sebebiyle konulan termal kamera sadece tek bir girişte bulunuyor. O ana kadar domuz gribi salgını konusunu tamamen unutmuştuk. Tüm gezimiz boyunca İspanya’da ne domuz gribi konusunda bir endişe hissettim, ne de bu endişeyi taşıyan birine rastladım. Oysa Türkiye’de ortalık resmen yıkılıyordu; döner dönmez biz de bu havanın içinde bulduk kendimizi: kameralar, polisinden temizlik görevlilerine eldivenler takmış insanlar, orada burada afişler.. Neyse, kameradan da sağ salim geçtik ama ileriki günlerde, hastalığın karantina süresi dolana kadar çevremde biraz cüzzamlı gibi algılandığımı hissettiğimi söylemeliyim!!!
Böylece dolu dolu geçen yorucu ama güzel bir seyahat daha bitti. Bu geziden aklımda en çok şeker gibi binalar, trencadis, Barri Gòtic sokakları ve güzel yemekler kaldı sanırım.
Şimdi sırada “prossima parada” için hayal kurmak var.
Fins després..
--> Barselona - Dipnotlar
--> Barselona - Faydalı Linkler
2 yorum:
Ayşe'ciğim
Barselona hakkında yazdıklarına bayıldım. Bravo. İfade tarzın, mizah yeteneğin, bilgi birikimin çok etkileyici. Belki ileride başarılı bir seyahat yazarı olursun.
Barselona'ya tekrar gidersek sana başvuracağımız kesin.
Sevgiler
Selmin
Ayşeciğim,
Her zamanki gibi muhteşem bir gezi yazısı olmuş. Bundan sonra ilk önce sen git, gez, yaz; sonra da ben senin yazdıklarından faydalanıp kolaylıkla gezebileyim:)
Öpüyorum biricik arkadaşımı:)
Şehnaz
Yorum Gönder